Sivil itaatsizlik, felsefi ve ideolojik altyapısını 19'uncu yüzyılda Amerikalı düşünür ve şair Henry David Thoreau'nun attığı, pratiğini de 20'nci yüzyılda Mahatma Gandi ile Martin Luther King'in geliştirdikleri bir kitlesel eylem biçimi.
Kitlesel ama şiddet içermeyen.
Bu eylem bir yasaya, bir kurala, bir sisteme karşı çıkmak, daha doğrusu değiştirmeye zorlamak için yapılır.
Her ne kadar girişim meşru hak ile gayrımeşru eylem arasındaki gri bölgeye yerleştirilirse de, ceza yasalarında sayılan suçlardan biri işlenmediği sürece, genel olarak sivil itaatsizler hakkında herhangi bir soruşturma açılmaz.
Sivil itaatsizliğin kabul görmüş bir tanımı olmamasına rağmen düşünürler, siyaset bilimciler, bu eylem türünün ana unsurlarını şöyle sayarlar:
Bilerek ve bilinçli olarak pozitif hukukun bir kuralını çiğnemek.
Eylemi alenen, kamuoyunun gözü önünde yapmak.
Kitlesel olarak eyleme kalkışmak.
Barışçıl yöntemler kullanmak.
Bütün bunları Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) bugün Diyarbakır'da sivil itaatsizlik eylemi başlatma kararı nedeniyle hatırlattık.
BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak ile DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, bu eyleme dört taleplerini duyurmak için kalkıştıklarını açıkladılar. "Kürt sorununun çözümünde ön açıcı olduğunu" söyledikleri "Dört çözüm adımı"nı, yani dört taleplerini de şöyle saydılar: 1- Ana dilde eğitim, 2- Siyasi tutukluların serbest bırakılması, 3- Askeri ve siyasi operasyonlara derhal son verilmesi, 4- Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması.
Taleplerinin biri, "Ana dilde eğitim", ancak Anayasa değişikliğiyle ya da yeni Anayasa ile yerine getirilebilir.
Taleplerinin diğeri, "Siyasi tutukluların serbest bırakılması", siyasi otoriteden yargıya müdahale etmesini istemek anlamına gelir ki, demokrasinin temeli olan "Erkler ayrılığı"na inanan hiç kimse, hiçbir demokrat böyle bir istekte bulanamaz, bulunmamalı.
Talepleri karşılanabilir mi?
Taleplerinin üçüncüsü, "Askeri ve siyasi operasyonlara derhal son verilmesi", ancak terör örgütü ve uzantılarının rahat durmalarıyla mümkün olabilir.
Ve nihayet son talepleri, "Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması" ise ancak iki koşulun yerine gelmesiyle mümkün olabilir: Önce toplumun siyasal istikrarın bozulmasına izin vermeyecek bir olgunluğa ulaşması, daha sonra barajı indirecek veya kaldıracak yasal düzenleme için çok geniş bir uzlaşma sağlanması.
1990'lı yıllar boyunca siyasi istikrarsızlıktan ve onun tetiklediği ekonomik krizlerden bunalan Türkiye'nin yeniden çok partili koalisyon hükümetlerine kapı açacak bir girişime en azından bugün için sıcak bakmayacağını kestirmek pek de güç olmasa gerek.
Bize göre BDP-DTK cephesinin eylem kararı, konjonktürel olarak hiç de uygun olmayan bir dönem seçildiği için Türkiye'de yeni ve gereksiz gerginliklerin tohumunu atabilir.
Ama arkalarında Nevruz'daki gibi kitlesel bir destek varsa, bulabilirlerse, yasal sınırlar içinde kaldıkları sürece sabırla ve anlayışla karşılamak zorundayız.
Yeter ki, orada dursunlar.
Çünkü sivil itaatsizliğin bir eylem türü daha var: Her türlü işbirliğini ve uzlaşmayı reddetmek. İşte o zaman işin rengi değişir.