Kürt açılımının ya da hükümetin tanımıyla "Kardeşlik ve Huzur Projesi"nin neden zorunlu, hatta kaçınılmaz olduğunu anlamak için "Hayati" birkaç soruyu sıralamak bile yeterli.
Komşularıyla "Sıfır sorun" politikası izleyen Türkiye, içerde "Bu sorun"la yaşamaya devam edebilir mi? İçerde "Bu sorun" varken, komşularıyla "Sıfır sorun" politikasında başarılı olabilir mi? İçerde "Bu sorun" varken, komşularıyla sorunlarını sıfırlayabilir mi?
Kafkaslar'da, Balkanlar'da, Ortadoğu'da sorunların çözümü için arabuluculuk yapan Türkiye, içerde "Bu sorun" var olduğu sürece girişimlerinde başarıya ulaşabilir mi? "Bu sorun" başlı başına arabuluculuğunu ironik duruma getirmiyor mu? İnsana "Sen önce kendi evini düzene sok, kendi sorununu çöz" demezler mi? Hatta, birileri "Biz de senin sorununun çözümü için arabuluculuk yapalım" diye ortaya çıkarsa, verecek cevabımız olur mu? (Not: Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, "Açılım" konusunda temasları yürütmekle görevlendirilen İçişleri Bakanı Atalay ve iktidarın diğer sözcüleri bu olasılık nedeniyle, her fırsatta "Kendimize güvenelim, biz bu sorunu çözeriz. Kendi sorunlarımızı kendimiz çözeceğiz" diyorlar.)
"Bu sorun" devam ettikçe Türkiye bugün bölgesel güç, yarın küresel güç olmak hedefini gerçekleştirebilir mi? "Güç" olmak için ekonomik açıdan güçlü olmak gerekir. 25 yılda terörle mücadelenin maliyeti en az 300 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Yani yılda 10 milyar dolardan fazla. Böylesine büyük kaynaklar aktarıldıkça, ekonomik açıdan ne kadar güç kazanılabilir?
Göbek bağını kesmek
PKK'nın en güçlü döneminde militan sayısı 5 bin kadardı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un geçen 14 Nisan'da İstanbul'daki Harp Akademileri'nde yaptığı "Yıllık Değerlendirme" konuşmasında yer alan rakamlara göre, 1984'ten bu yana "Etkisiz hale getirilen" terörist sayısı 40 bini geçti. Ama onca kayba rağmen PKK'nın kadrosu bugün de 5 bin dolayında. Yani ne PKK bitti, ne terör. Daha ne kadar genç ölecek, öldürülecek? Gençlerini ölüme göndermek Türkiye'ye yakışıyor mu?
Bugün SABAH'ta özel röportajını yayınladığımız Amerikalı Ortadoğu, özellikle Türkiye uzmanı Prof. Henri Barkey, "Wall Street Journal"de yayınlanan yazısında bir çelişkiyi hatırlatıyor: "Türkiye, İsrail ve Çin gibi ülkelere insan hakları dersi veriyor. Ancak ortada da Kürtçe'nin yasak olduğu bir ülke var." Bu çelişkiyi daha ne kadar göğüsleyebiliriz? Hele Montesquieu'nün Org. Başbuğ'un sözünü ettiğimiz konuşmasında yer verdiği "Ders"ini de hatırlarsak. Fransız düşünür 250 yıl öncesinden bize şöyle sesleniyor: "Cumhuriyette erdem; yasa sevgisi, topluluğa bağlılıksa ve çağdaş bir deyimle vatanseverlikse, bu, son çözümlemede eşitlik anlayışına ulaşır. Cumhuriyet insanların toplulukla ve topluluk içinde yaşadıkları, kendilerini yurttaş hissettikleri bir rejimdir. Bu, onların kendilerini birbiriyle eşit hissetmeleri ve eşit olmaları anlamına gelir." En az 10 milyon yurttaşımızın anadilinin önüne çeşitli engeller koymak, cumhuriyetin ve demokrasinin eşitlik ilkesiyle ne kadar bağdaşıyor?
Terör ile Güneydoğu'nun yoksulluğu arasında doğru orantılı bir ilişki var. Terör arttıkça yoksulluk da artıyor; yoksulluk arttıkça terör de artıyor. Bu iki faktör arasındaki göbek bağını kesmedikçe Güneydoğu'ya kimse yatırım yapmaz. Ne Türkiye'den, ne de yurtdışından. Yatırım olmadıkça da Güneydoğu'dan Batı illerine göçü kimse durduramaz. Bitmeyen bu göç dalgalarının getirdiği siyasal, ekonomik, sosyal sorunlara büyük kentlerimiz daha ne kadar dayanabilir?
Ve bir soru daha: Bu sorularla Türkiye daha ne kadar yaşayabilir, daha ne kadar direnebilir?