Demokrasi ne? Kimilerine göre bir siyasal rejim, kimilerine göre bir ideoloji, kimilerince ise özgürlükçü ve eşitlikçi düzenin adı.
Demokrasiyi tanımlamak o kadar zorlu bir konu ki, Başkan Ronald Reagan'ın Sovyetler Birliği'ne karşı ideolojik savaşın karargahı olarak kurdurttuğu "National Endowment for Democracy" adlı yarı kamusal düşünce üretim merkezinin yayını "Journal of Democrasy" dergisi konuyla ilgili olarak düzenlediği onlarca beyin fırtınası toplantısında bile işin içinden çıkamadı.
Samuel Huntington, Larry Diamond, Laurence Whitehead, Seymour Lipset, Mark Plattner, Amartya Sen, Francis Fukuyama gibi "ABD modeli liberalizm"in, yani "Amerikan Yeni Sağı"nın önde gelen düşünürlerinin katıldığı bu toplantılarda yalnızca bir konuda uzlaşmaya varılabildi: Demokrasi dünyada yayılıyor. Bir başka deyişle, "Demokrasi kulübü"nün üye sayısı sürekli artıyor.
Bu uzlaşı istatistiki verilerle pekiştirildi: Demokrasinin -yeniden- doğduğu 1820'den 1926'ya kadar olan dönemde dünyada 29 ülke demokratik rejime geçti. Bu ilk dalgaydı.
Sonra 1920'lerin başında otoriter rejimler ortaya çıkmaya başladı ve demokrasi dalgası durdu.
İkinci dalga için İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar beklemek gerekecekti. 1962'de demokratik ülke sayısı 36'ya yükseldi.
Üçüncü dalga en güçlüsü oldu. Önce "Otoriter" rejimler birer birer yerlerini demokrasiye bıraktılar: Avrupa'da Portekiz, İspanya, Yunanistan, Latin Amerika'da Peru, Arjantin, Uruguay, Brezilya, Asya'da Filipinler, Güney Kore, Tayvan... Bunu "Totaliter" rejimlerin çöküşü izledi. Yani komünizmin ve Doğu Bloku'nun tarihe karışması. 1974 ile 1990 arasında toplam 30 ülke daha demokrasiye geçti.
Demokrasinin 4'üncü dalgası "
Medeniyetler Şoku" teorisinin babası Samuel Huntington'un derlediği veriler 1990'la bitiyor. Acaba daha sonrası işlerine gelmediği için mi?
Çünkü bir de "Amerikan Yeni Sağı"nın ideolojik altyapısını hazırladığı, eski Başkan George Bush'un 8 yıllık iktidarında dış politikasının koç başı yaptığı dördüncü dalga var. "Dayatılan demokrasi" dalgası.
Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan gibi ülkelere "Renkli devrimler"le getirilen, Fas'tan Pakistan'a kadar uzanan coğrafyada "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi" ile empoze edilen, bu coğrafyanın iki ülkesine, Irak ve Afganistan'a silah zoruyla kabul ettirilen demokrasi dalgası...
Bu son grupta yer alan "Demokratik" ülkelerden Afganistan'da 20 Ağustos'ta başkanlık seçimleri yapılacak. ABD ve Avrupa, Taliban'ın neredeyse büyük kentlerin varoşlarına kadar geldiği bir sırada düzenlenen bu seçimleri "Cesur bir demokrasi gösterisi" olarak alkışlıyor.
Batı medyası da bu cesur gösteriyi günü gününe dünyaya duyurabilmek için ölüm tehlikesini göze alarak Afganistan'a muhabirler, röportajcılar, fotoğrafçılar, kameramanlar gönderiyor.
İşte bu meslektaşlarımızdan biri, "Agence France Presse"in muhabiri geçenlerde Kabil'de sokağa çıkıp Afganlılar arasında tek soruluk mini anket düzenledi. Soru şu: "Demokrasi sizce ne?" Yanıtlardan birkaçını aktaralım:
"Demokrasi kızların ve erkeklerin sokakta rahatsız edilmeden birlikte dolaşabilmeleridir." (21 yaşındaki kozmetik satıcısı.)
"Demokrasinin ne olduğunu bilmiyorum. Ama kadınlara 'Sokakta niye çıplak dolaşıyorsunuz' diye sorduğumda, bana 'Demokrasi geldi' cevabı veriyorlar. Demokrasi, dans etmek, çıplak gezmek, namussuzluk mu? Öyleyse, eksik olsun demokrasi." (81 yaşındaki bir dede.)
"İnsanlara 'Demokrasi ne' diye sorduğunuzda, 'Ar, namus ve dinden uzaklaşma' diye tanımlıyorlar." (Afgan siyaset bilimcisi Vahit Mujda.)
Ve en çarpıcı tanım: "Zina özgürlüğü! Batı'nın, Amerikalılar'ın, Avrupalılar'ın demokrasisi bu. Buraya da aynısı getirildi." (Bir restoranın garsonu.)
Bu yanıtlar Batı'nın değerlerini başka kültürlerin, başka geleneklerin, başka inançların hüküm sürdüğü diyarlara zorla taşımanın, zorla benimsetmeye kalkışmasının son derece düşündürücü örneklerini oluşturuyor.
Sahi, demokrasi ne?