Bir çift düşünün. Taraflardan birinin içine kurt düşmüş:
"Sabah çaylarımın tadı bir tuhaf. Suyuna bir şeyler katılıyor galiba. Eşim beni yolcu etmeye çalışmakta olmasın?"
Tedirginlik dayanılmaz hale gelince polise haber gidiyor. Bir sabah eve baskın yapılıp alınan çay örneği adlî tıp laboratuarında inceleniyor...
Şimdi şunu da düşünün. O örneğin temiz çıkıp çıkmaması ne kadar önemlidir?
Diyelim temiz çıktı. Söz konusu evlilik temizlenmiş olur mu?
Olmaz. Çünkü önemli gerçek çayın içinde değil, evin içinde ne bulunduğudur. Taraflardan biri eşinin çaya zararlı madde katabileceğini aklından geçirecek durumdaysa, o evlilik zehirlenmiş demektir.
Kuşkunun kendisi ağudur.
***
Toplumumuzun heybesinde kuşkudan bol şey yok. Yakın geçmişimizi gözden geçirirken acayip bir kitaplığa bakar gibi oluyorum:
Raflarda dizi dizi polis romanları. Ama hiçbirinin sonunda suçlu belirlenmemiş...
Bırakın sayısız "
faili meçhul" cinayetleri.Onların failleri belli. Başka yıllanmış "
esrar" örneklerine bakın.
Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu ve başkaları nasıl "
kazalara" kurban gittiler?
Yeni tıp kontrolünden geçip sapasağlam bulunmuş Bedrettin Demirel Ankara Orduevinde uyurken niçin ölüverdi "
kalpten"?
Ağca garnizon içinden kimlerin emriyle kaçırıldı? İti Papa'nın üstüne kimler, niçin saldı?
Taksim'deki 1 Mayıs kargaşasını, Ecevit'e İzmir saldırısını kimler, niçin düzenledi?
Özal'a 1987 suikast girişiminin arkasında kimler vardı?
Saymakla bitmeyecek bu tür bilmeceler toplum belleğinde mideye oturmuş anılar gibi durmakta.
Yalnız kişilere değil, kesimlere de ilişkin konularda yoğunlaşıyor kuşku birikimi. Türkler Kürtlere, Kürtler Türklere, "
laikçiler" dindarlara, dindarlar onlara bakarken "
Acaba ne kötülük tasarlamakta?" diye işkilleniyor.
Turgut Özal'ın naaşının kurcalanmasından ne sonuç çıkacağını takmayın kafanıza. "
Zehirlendi mi, zehirlenmedi mi?" sorusunun yanıtından daha kesin ve somut bir gerçekle burun burunayız:
Türkiye zehirlendi.
***
Benzeri durumlar başka yerlerde de yaşandı. Örneğin Rusya'da Stalinizm kalıntısı korkunç bir kirli sırlar yığınağı vardı. Analar babalar "
Bizi ihbar etmiş mi?" diye evlatlarından kuşkulanıyordu. Ülke hâlâ tam kalkamadı o mirasın altından.
Temizlik için yararlandıkları panzehirlerin en etkilisi glasnost oldu. Şeffaflık. Açıklık. Kirli mi değil mi diye çekinilmeden bütün çamaşırların ortaya dökülmesi.
Bizde geçmiş araştırılır, sorumluluklar soruşturulurken bugün bile çok kişi nazlanmayla karışık tehdit cilveleriyle yetiniyor: "
Konuşursam... Bildiklerimi açıklarsam... Her şeyi söylersem... Kıyamet kopar... Buranın altı üstüne gelir."
Konuşun be kardeşler! Altı üstüne gelsin. Köhne yapıların yenilenme niyetiyle yıkılması beklenmedik bir depremde tepemize çökmesinden iyidir.