Zenginin malı züğürdün çenesini yorar ya, bizde en çok medyanın bilgisayarlarını yoruyor. Servetler üstüne haberler, yorumlar, listeler, söylentiler yayımlamaya pek meraklıyızdır.
Sağ-sol hikâyelerini bir kenara bırakıp günümüz düzeninin değer yargılarıyla düşünelim. Kaynağı yasal, vergisi ödenmiş olan büyük para "meşru" sayılıyor. Ama konunun bir de "yakışık almak, almamak" yanı var. Hekimlik, yargıçlık, askerlik gibi "para üstü" uğraşlarla geçinen kişilerin servet peşinde koşmaları hoş karşılanmıyor.
12 Eylül darbesinin beşibirliklerinden sağ kalan iki generalin acayip varlıkları açıklandı. Doğruysa, miras kalmış değilse, bildirildiği gibi darbe sonrasında edinilmişse, çirkin servetlerdir. Asayiş koruma iddiasıyla sanık yaşı büyütüp idam gerçekleştiren hazretlerin aslında neyi korumaya niyetlenmiş oldukları sorusunu gündeme getirir.
Daha da yadırgatıcı örnek bu sorunları etik açısından mıncıklama pozundaki medyanın kendi içinden çıktı. Bir büyük patron soruşturma komisyonuna verdiği ifadede yıllarca ahlak bekçiliği görevi üstlenmiş görünen sabık yazarı için "Beni söğüşledi, 300 bin, 500 bin dolar istedikçe verdim" suçlamasını yaptı.
O görevi bugün de sürdürme iddiasındaki meslektaşımız açıklamayı yalanlamadı. Söz konusu paraların söğüş olmadığını, patronunun gönlünden koptuğunu ileri sürdü.
Söğüş haşlanmış soğuk et ya da salatası yapılmamış hıyar gibi şeylerin adıdır. Argodaki anlamı ise dolandırıcı, açgözlü metres ve jigolo türünden toplum haşeratına kaptırılan paradır.
Gazeteciliğe gelince... Akla estikçe 300 bin, 500 bin dolar ödenmesini makul gösterebilecek bir uğraş değildir. Öyleyse ne karşılığında ihsan edilmiştir o paralar? Vergileri ödenmiş midir?
Alanın da, verenin de ülkeye etik borcudur söğüşün niçin ziftlenildiğini anlatmak.