Çin ve Moğol baskılarına direnen Orta Asya'daki ceddimiz, Hakan'ın gücüyle yönetilir, az da olsa Hatun'un varlığı hissedilirdi.
Özeldi kadının yeri eski Türklerde, eşite yakındı neredeyse.
Elbette Hakan'dı ülkeyi kılıç zoru ve aklıyla yöneten...
Dediği dedik, çaldığı düdüktü tabii ki...
Ama Hatun kişi de yanında ona güç verir,
Örneğin savaş için meşveret edilirken,
Kadının da görüşü alınırdı.
Hatun da 'yerini' bilir, ona göre davranırdı.
Bu açıdan çok ilginçtir tarihin ilk yazılı anlaşmasına bir kadının elinin değmiş olması...
***
M.Ö. 13. yüzyıl civarında
Mısır Firavunu 2. Ramses ile
Anadolu Hitit Kralı 3'üncü Hattuşili arasında imzalanan
Kadeş'te de bir kadının imzası vardı.
O bizim hemşehrimiz,
Adanalı Kraliçe Puduhepa idi.
Adına Adana'da yarışmalar düzenlenen rahip kralın kızı...
***
Siyaset bilimiyle az çok ilgilenmiş olanlar,
İyi bilirler anayasacılık hareketinin bu topraklarda
Neredeyse 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu.
İlk anayasa 1876 yılında ta Osmanlı'da başlamıştı. İkinci Meşrutiyet'in anayasası ise 1908'de ilan edildi.
Sonra 1921, ardından genç Cumhuriyet'in anayasası geldi: 1924, 1960 askeri müdahalenin ürünüydü ve ne yazık ki
Menderes'in idamına yol açtı.
***
Ama o güne kadarki en demokratik anayasa olarak tarihe geçti,
12 Eylül'ün ürünü olan 1980 Anayasası ise ne yazık ki hâlâ yürürlükte.
Aradaki kötü ve iyi değişiklikleri saymıyorum bile...
Yürütmeyi (Hükümet) güçlendirmek adına 1970'lerin başında yapılan
Değişiklikler örneğin...
Faşist ve baskıcıydı ve Darağacında Üç Fidan'ın idamıyla sonuçlandı.
***
Sözün özü sevgili okurlar, her ülkenin hemen her konuda geleneği vardır.
Kimi yazılıdır kimi sözlü...
Örneğin İngilizlerin yazılı bir anayasası yoktur.
Ama İngiltere, 1215'teki Magna Carta'dan bu yana 'demokrasinin beşiği' olmayı hak etmiş bir ülkedir.
Amerika'da gece 21.00'den sonra kimseyi ziyaret edemezsiniz.
Hele de habersiz, imkansız!..
Telefon bile açamazsınız, açarsanız alırsınız cevabını
"Bir sorun mu var, hayırdır?"
Elbette biz Türklerin de her konuda geleneği vardır, hem de yerleşik.
***
Misafiri baş tacı ederiz, yemez yedirir, içmez içirtiriz.
Büyük gelmeden sofraya oturmaz,
Erkeği, - haksız da olsa, karısının yanında asla bozmayız.
Toplantılarda en yetkisizden başlayarak konuşmalar yapılır, sona en yetkili olan kalır.
Divanlara hep
'akil', 'etkin' ve
'sözü dinlenir' büyükler başkanlık eder.
Düğünde takı takılır, nişan kız evinde yapılır, cüzdan gelinindir, yüz görümlüğü duvak açılmadan verilir.
***
Bir de
'eski' ama
'eskimemiş' saygın isimler için anıtlar dikeriz.
İsimlerini sokaklara, binalara veririz.
Mithat Özsan, Çukurova Üniversitesi'nin harcını koyan isimlerdendi, adı büyük amfide yaşıyor ama o görevi bıraktıktan sonra hayata geçti.
Can Özşahinoğlu da öyle.
Ne zaman ki rektörlüğü bıraktı, adı iki dönem rektörlük yaptığı üniversitesinde yaşatılmaya başlandı.
***
Bir de meşhur
Alper Akınoğlu var, adı yolsuzluk, görevi kötüye kullanmak ve ihalelere fesatla birlikte anılan...
Kongre Merkezi ve caddelerinden birinde onun adı var.
Ne zaman verildi bu adlar?
O görevdeyken, rektörken, üstelik o koca bina yapılmamışken ve henüz görevi bırakmamışken...
Var mı böyle bir gelenek?
Var mı adını, daha görevdeyken verdirtmek?
Yok...
Peki, bunun adı ne?
Dediğim dedik, çaldığım düdük!
Peki, ne olacak?
Bu güzide üniversite, bu çirkin kazığı sindirecek mi?
Yoksa o düdüğün sesini oy birliğiyle kesip atacak mı?