Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki Türk vatandaşlarının tarihi çok eski değil.I. Dünya Savaşı sırasında 1914'te Johannesburg Başkonsolosluğu'na atanan ve orada vefat eden Mehmet Remzi Bey'den sonra uzun yıllar kimse gitmese de, sanıyorum Özal'ın dünyaya açılmasıyla "Bond Çantalı Türkler" G. Afrika'yı da keşfeder.
Kimi battaniye işine girer, kimi de madenciliğe... Ama asıl atak Gülen Hareketi'nin öncülük ettiği okulların açılmasıyla başlar. Bugün G. Afrika'nın üç kentinde üç Türk okulu ve aralarında ünlü sanat müziği sanatçısı Yüksel Uzel'in de bulunduğu 3 bin civarında Türkiye vatandaşı var.
Onlardan biri de Ali Katırcıoğlu. Ama onun öyküsü farklı. İş yapmak için değil, kendi deyimiyle "gönülleri kazanmak" için orada. Aksekili, aksakallı Katırcıoğlu, Edirne'deki Mimar Sinan'ın o muhteşem eserinin biraz küçüğünü, 4'te 3'ü gibi, burada inşa ediyor. İçinde okulu, yurdu, çarşısı ve Mandela'nın önerisiyle eklenen kliniği de var. Hatta son olarak kabristan da eklenmiş. Tam bir külliye... Mermeri, kapıları ve çinileri is e Türkiye'den getirtilmiş...
"Peki, neden G. Afrika?" diye sorunca da bölgenin "Uncle Ali"si (Ali Amca)şöyle bir anekdot anlatıyor.
"Hocaefendi'ye (Fethullah Gülen) ABD'de bir cami yaptırmak istediğimi söyledim. Çok da uğraştım. Adamlar bana yer vermedi. Ben de dönüp geldim. Sonra da Hocaefendi'ye haber gönderdim; 'Ben ne yapayım?' diye..."
Bir süre sonra Gülen'den şöyle bir cevap gelir:
"G. Afrika'ya yaptırsın..."
Ali Katırcıoğlu tereddüt geçirir ve şu soruyu sorar: "Yapsın mı dedi yaptırsın mı dedi" Sorunun cevabını aracı verir: "Yapsın."
İşte 20 milyon dolara mal olan Nizamiye Camii'nin öyküsü böyle... Cami daha bugünden sadece Müslümanların değil, farklı dine mensup olanların da ilgi odağında... Halklar ve dinler arasında hoşgörüye katkı sunmak az şey değil.