Kozmik Büro tartışmaları Devlet Bakanı Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla başladı.
Sonra işin kapsama alanı genişledi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde yer alan Seferberlik Tetkik Kurulu Daire Başkanlığı'ndaki Kozmik Büro'nun aramasına kadar uzandı.
Yasalara uygun biçimde hâkim tarafından aramalar yapıldı ama görünen o ki tartışma bitmeyecek…
Çünkü ilk kez "dokunulmaz bir kurum"da bir hâkim arama yaptı. İlk kez hakkında onlarca iddianın ortaya atıldığı bir kurum kamuoyunun gözü önünde tartışma masasına getirildi. Ve Türkiye, ilk kez böyle bir durumu biraz da şaşkın biçimde izledi.
Ama ne yazık ki, o kuruma zan altından kurtulma şansı da veren bu sürece, hem TSK içinden hem de dışından inanılmaz bir öfkeyle karşı çıkıldı.
Oysa ortada hukuki bir soruşturma vardı ve bunun bir biçimde sonuçlanması gerekiyordu.
Neyse, nihayet o gerginliğe rağmen aramalar bitti.
Ancak bu kez de aramayı içine sindiremeyen Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'nun açıklaması geldi.
"Devlet sırrı deşifre olduğu için bürodaki planları iptal ediyoruz…"
Neden?
Çünkü sivil bir hâkim gördü.
Bu durum bana askerlik günlerimi hatırlattı. Çünkü o belgeleri ben de görmüştüm.
O 12 Eylül Darbesi'nin karanlık ve korku dolu günleri henüz sürerken, 1983 sonu askere gittim. Personel sınıfındaydım ve 4 aylık eğitim sonrası yedek subay olarak askerlik şube başkanı olarak görev yapacaktım.
Ne var ki o 4 ayın sonunda "sakıncalı" ilan edilince askerlik şubesine değil, Diyarbakır'daki bir tugayın karargâhına gönderildim. Sakıncalılara silah da verilmediği için eğitime de fazla çıkmadım. Daha çok karargâhta askerlerin dağıtım işine baktım.
Rahat bir askerlik yaptım ve bol bol kitap okudum.
Ama bugünün tartışmalarına ışık tutacak önemli bir başka görevim daha vardı: "Kozmik Büro"nun anahtarı bendeydi. Bölümün başında bir binbaşı vardı ama sakıncalı bir asteğmen olarak "Kozmik Büro"ya rahatlıkla girip çıkıyordum.
Doğrusu o büronun anahtarı verildiğinde ciddi ciddi kaygılandığımı hatırlıyorum; "Acaba solcuyum diye beni sınamak mı istiyorlar?"
İzlediler mi izlemediler mi bilmiyorum ama o Kozmik Büro'ya sık sık girip çıktım.
Elbette bir ülkenin dış güvenliği açısından gizli bilgiler saklandığı için hassas olunması gerektiği konusunda hiç şüphe yok.
Ancak bizim askerlerimizin tek işi dış güvenlik değil. "İç düşman"la daha çok ilgililer. Tabii bu "iç düşman" da casus falan değil, Türkiye'nin önemli toplumsal kesimlerini içine alan siyasi akımlardı… Benim girdiğim kozmik büroda da aynı şeyler vardı.
Başta Kürt siyasi grupları olmak üzere bütün siyasi akımlar hakkında dosyalar yer alıyordu.
O dosyalarda, solu ve Kürt hareketlerini biraz izleyen biri olarak o güne kadar güya illegal olan bütün örgütlerin lider kadrolarının, etkili isimlerinin tek tek adresleri ve ilişkileri anlatılıyordu.
En dikkatimi çekici şey ise, o dönem hazırlanan raporlarda PKK'dan daha çok Kemal Burkay'ın liderliğini yaptığı Özgürlük Yolu ve DDKD hareketinin tehlikeli görülmesiydi.
Satır aralarında Kürt siyasi hareketlerinin kitleselleşmesi, silahlanmasından daha çok korkutucu olarak değerlendiriliyordu.
Büro sorumlusu olmama rağmen korku içinde okuduğum bu tespitlere çok şaşırmıştım.
Bir askeri birlikte sivil siyasi akımlarla ilgili bu kadar ayrıntılı dokümanın ne işi vardı?
Savaş planlarını, hatta ilgili savaş oyunlarını da gördüm. Bu ülkenin bir yurttaşı olarak hiçbir zaman da o planlara ilişkin karşı bir düşünce -ayrıca anlamadığım da açık- aklımın ucundan bile geçmedi. Hiçbir yurttaşımızın da geçmez.
Sorun savaş planlarını ihmal edip, siyaseti hedef alan "savaş oyun"larına odaklanmakta…
Tabii Ordu bir biçimde bu yapılardan ve tartışmalardan kurtulmak istiyor, kurtarılmalı da.
Dün, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un beklenmeyen basın toplantısını baştan sonra izledim. Halen cevabı aranan sorular var ama Orgeneral Başbuğ'un şu tespitini de göz ardı etmemek gerekiyor:
"Demokraside en önemli husus iktidarların seçimlerle demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir."
Evet, işin sırrı burada… "Demokratik yöntemlerle iktidarların değişmesi"ne inanan bir Ordu'nun EMASYA Protokolü'ne, tartışma yaratan İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci ve Anayasa'nın 145'inci maddesine, Jandarmaya verilen yetkilere ihtiyacı yok.
O zaman sivil iktidara soralım, bunları değiştirmek için ne bekliyorsunuz?