"İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır" demiş şair. Küçük adamın otoriteryen kişilik probleminin en güzel anlatımlarından biri.
Türkiye'de eleştiri kültürü bir türlü gelişmiyor. Bunun bir nedeni muhalefetin profesyonelleşmesi; yani tam zamanlı, tavizsiz bir iş; adeta donuk bir kişilik haline gelmesi. Ama bence en önemli neden muhalefetin bizzat kendisinin yani bu kişiliğin totaliterleşmesi...
Muhalefet derken herhangi bir parti grup ya da kişiyi kastetmiyorum. Ontolojik muhaliflik durumundan söz ediyorum ki bazı gazeteleri ve gazetecileri de içeriyor bu durum. İki önemli göstergesi var.
Bir: Eleştirmenin, eleştiriye açık olmaması...
İki: Eleştirmenin eleştirdiği konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması...
Yeni internet yasası
Son internet yasasında da aynı şey oldu. Bazı basın organları getirilen değişikliği 'sansür yasası' olarak tanımladı. Şunu artık bilmek gerekiyor ki yerli yersiz ve gereğinden fazla kullanılan 'sihirli' kavramlar hem anlam kaybına uğruyor hem de kamuoyunda beklenen etkiyi uyandırmıyor. Dolayısıyla gazeteciler bu kavramları ölçülü ve dikkatli kullanmak zorunda.
Karşılaştığım ve yeni yasayı 'sansür' olarak niteleyen gazeteci arkadaşlara sordum: "Yasayı okudunuz mu? Tam olarak neler getiriyor biliyor musunuz?"
Cevaplar "Görmedim ama bu hükümet..." ya da "Basından takip edebildiğim kadarıyla..." şeklinde devam ediyor. Ne kadar tuhaf... Gazeteci olayları sadece gazetelerden takip eden kişi olmamak değil midir?
Peki, acaba ne getiriyor yeni düzenleme? Hangi ek düzenlemelerle tamamlanacak? Kimler yetkilendirilecek, bu yetkiler nasıl kullanılacak? Neden bunlar en ayrıntılı şekilde anlatılıp mesned haline getirilmiyor?
"Fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmak gerekir" dememiş miydi Uğur Mumcu? O halde, herhangi bir peşin hükme varmadan önce, tartışmayı bu bilgiler ve AB uyum mevzuatı çerçevesinde yeniden kurgulamakta yarar var.
Bu konuya bir sonraki yazımızda devam edelim.