Bir haftadır Almanya'dayım. Gelişmeleri buradan takip ediyorum. Kendileriyle yüz yüze ya da telefonla görüşemediğimiz okurlarımızdan özür diliyorum.
Geçtiğimiz hafta Hürriyet ombudsmanı Faruk Bildirici güzel bir yazı kaleme aldı. Başlığı: Hukuk Ölçütü Yetmez. Konu: Gizli dinlemelerin yayımlanması.
Kısaca, yayınlarda çifte standart uygulamayın, bütün gizli kayıtlara aynı mesafeden yaklaşın, dedi. Beş temel ilkeyi özetledi. Altına imzamı atıyorum. Sadece 'mahkemeye intikal etmiş kayıtlara daha temkinli yaklaşmak gerektiği' şerhini düşüyorum. Nedenini üç hafta önceki yazımda açıkladım.
Meslektaşımın yazdıklarından şunu anlamak mümkün: Hürriyet 'tape'ler konusunda iki yüzlü davranıyor. Aynı eleştiri Sabah'a da yöneltilmiş. Bildirici, Sabah'ın kendi yazısından alıntı yapması üzerine Twitter hesabından Sabah'ın yolsuzluk iddialarıyla ilgili 'tape'lere yer vermediğini ve aslında Sabah'ı eleştirdiğini belirtmiş.
Kanaatimce yer vermemek ile görmezden gelmek aynı şey değil. Sabah bu kayıtları görüyor fakat 'güvenilmez' buluyor.
Ama Hürriyet 'paralel örgütlenme' konusundaki kayıtları (Koç Grubu'na dokunan kısımlar hariç) görmezden, duymazdan geliyor.
Literatüre katkı
Baştan alalım ve soralım:
17 Aralık operasyonu sonrasında adeta bir kaset deşifre bültenine dönüşen Hürriyet, Fethullah Gülen kayıtları ortaya çıkınca ani bir aydınlanma mı yaşadı? Geçici ya da kalıcı bir duyma kaybına mı uğradı?
Günlerdir Alman meslektaşlarımla sağırlaşma konusunu tartışıyor ve bu sorunun cevabını arıyordum. Nihayet buldum. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu katıldığı bir televizyon programında bu meseleye değinmiş.
Şaşkınlıkla dinledim, kulaklarıma inanamadım.
Berberoğlu gizli dinlemeler konusunda gazetecilik literatürüne eşsiz bir kriter kazandırmış. Bu kriterin adı: Can Yanması.
Evet, yanlış duymadınız. Şöyle demiş Berberoğlu: "15-16 yıl önce Ertuğrul Özkök'ün telefon görüşmesinin yasa dışı olarak kaydedilip yayınlanmasıyla ilk darbeyi biz yedik. Bizi kaset yayımlamamakla suçlayanlar bunu görmeli. Bizim canımız orada yandı."
Özel hayatın gizliliği ya da kamu yararı değil, can yanması.
Değişimin nedeni
Korkunç bir itiraf. Acaba 'biz' derken kimden söz ediyor. Özkök'ten ya da Hürriyet'ten mi? Yoksa daha başka kişi ve kurumlardan mı?
Hürriyet, ortada apaçık bir kamu yararı varsa bile bu 'biz'in canı yanmasın diye gazetecilik yapmayacak mı?
Yolsuzluk iddialarıyla ilgili tapeleri çarşaf çarşaf açarken yanmayan Hürriyet'in canı, paralel yapı kasetleri ortaya çıkınca mı yandı? "Ben yandım eller yanmasın" türküsünü neden 17 Aralık'tan hemen sonra değil de paralel tapeler ortaya çıkınca çığırmaya başladı. 'Cevap hakkı'nı o zaman mı hatırladı? Daha bir ay önce bileylediği savaş baltalarını neden toprağın altına sakladı? Rıza Sarraf, Süleyman Aslan ve bakan çocukları konusunda şahinleşen Doğan basını Gülen konusunda neden serçeleşti?
Alper Görmüş, Hürriyet'le Uğraşmanın Tadı (Türkiye) yazısında şöyle diyordu: "Hürriyet, "mış gibi" yapan ve bunu çok büyük bir ustalıkla yapan bir gazeteydi. Hazcı bir bedende militer bir ruh taşıyordu ve sahip olduğu ışıltılı beden, içindeki otoriter ruhu gizleyebiliyordu. Özgürlükçü gibi görünüyordu ama değildi, sivil görünüyordu ama değildi."
Bir tür 'kendine demokrat'. Yukarıdaki soruların tatmin edici bir yanıtı yoksa bu kavramın yanına şunu ekleyebiliriz: Kendine gazeteci.
Bu arada aynı programda Berberoğlu, Pensilvanya'ya gittiğini ve polis teşkilatı hakkındaki şikayetlerini Fethullah Gülen'le 'saygı çerçevesinde' paylaştığını söyledi. Çok ilginç. Acaba Berberoğlu az bilinen bir gerçeği herkesten saklamaya mı çalışıyor? Gülen polis şefi ya da emniyet genel müdürü mü? Eğer öyleyse Hürriyet okurlarının da bunu bilmeye hakkı yok mu?