Tablo o kadar açık ki... Türkiye, 2014'teki iki kritik seçime "hassas ekonomik" ortamda girecek. Şimdi durup dururken "Nerden çıktı bu hassasiyet uyarısı?" denilebilir. Öyle ya... İşler yolunda gidiyordu esasen. Örneğin; mayısta IMF'ye olan borcun son taksiti de ödendi. Havalimanı, köprü, nükleer santral derken 50 milyar Euro'yu aşkın yatırım; özel sektör ve yabancı sermaye tarafından üstlenildi. Geleceğe güven teyit edildi...
Ama bütün bunlara rağmen tahmin edilen riskler zaten vardı. Bir yandan "Küresel parasal sıkılaştırma" kararı bekleniyor diğer yandan bu kararın "yükselen piyasa ekonomilerine olası etkileri" tartışılıyordu. Yani, sermaye hareketlerinin yönünü değiştirecek adımların atılması sadece zamanlama meselesiydi. Ankara da bu yeni döneme hazırlanıyordu.
Ancak tam olarak öngörülmeyen husus, ülkede inanılmaz hızla yeni tür toplumsal muhalefetin örgütlenmesi ve dışarıdan sağlanan destekle pozitif algının bozulmasıydı.
Ben, komplo teorileri dalgasına kapılmadan eldeki sınırlı verilerle bile yaşadıklarımızın planlı olduğunu düşünüyorum.
2020 Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yapacak şehir yakında belirlenecekken ve İstanbul en güçlü adayken,
İzmir, Expo 2020'ye çok yakınken,
Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği yeniden söz konusuyken,
Terör sorunu çözüm yoluna girmişken,
Ekonominin notu yıllar sonra ilk kez "yatırım yapılabilir" seviyeye ulaşmışken,
AB ülkeleri ile aramızdaki gelir makasını daraltacak tarihi fırsat penceresi açılmışken...
"Bu işte bir tuhaflık yok mu?" diye sormak neden yadırganıyor ki?
Evet, kitlesel kızgınlık için bazı haklı nedenler var. Tabii ki kimse kimseyi formatlamamalı. Yaşam tercihi ile ilgili kaygı yaratmamalı. Ötekileştirmemeli... Ama bu tepkilerin dışa vurum biçimiyle 2014'te büyük kırılma yaşanma ihtimali arasındaki bağı niye görmezden gelelim ki?