Türkiye'nin "Suriye politikası" yeni bir kavşağa giriyor. İzlenen yol, güncel veriler ışığında bir kez daha eleştiriliyor. Ancak tepkilerin duygusal ve siyasi yönleri ayıklandığında, geriye kalan bölümleri üzerinde durulması gerekiyor. Üstelik bu değerlendirmenin "Rusya, İran, Çin, İsrail ve Batı blokunun" pozisyonuna da bakılarak yapılmasında yarar görünüyor.
Ankara'nın; kendi halkıyla savaşan Esad rejimine karşı tavrı, masum sivillerin yanında yer alışı, Suriye muhalefetine hamilik yapması "ahlaki" yönden doğrudur. Hatta uzun vadede stratejik çıkarlar açısından da savunulabilir. Lakin kısa vadeli gelişmeler göstermiştir ki:
Türkiye, gayri resmi unsurlarla bölgesel operasyon uygulama geleneğine sahip değildir.
Suriye muhalefeti, alanda gerçek anlamda örgütlenememiştir.
Farklı terör grupları Suriye topraklarını adeta tatbikat sahasına çevirmiştir.
Ankara, sadece Sünni blokun temsilcisi gibi sunularak dar bir alana sıkıştırılmıştır.
Diplomasinin ve askeri seçeneğin kısıtları nedeni ile her şey MİT'ten beklenmiştir.
Suriye ajanlarının, ateşi Türkiye'ye sıçratma ve psikolojik harekât yapma gücü tahminleri aşmıştır
Bölgesel-küresel aktörlerin oyuna giriş biçimi meşru çözümü geciktirmiştir.
***
Ülkeler bazında bakıldığında ise...
Rusya, BM zemininde
'evet' dediği Libya kararı yüzünden ödediği faturayı unutmamıştır. Libya'da, BM kararı gerekçe gösterilerek NATO operasyonu gerçekleştirilmesi Rusya'yı kızdırmıştır. Ruslar, Doğu Akdeniz'de son kale olarak gördüğü Suriye'ye dört elle sarılmıştır. Tabii Rusya, içindeki Müslüman topluluklar ile Orta Asya Cumhuriyetleri'ndeki dinamiklerin Suriye örneğinden esinlenerek harekete geçirilmesi ihtimalini de bertaraf etmek istemiştir.
İran, Suudi Arabistan'la mezhep temelinde derinleşen rekabetini, olduğu gibi Suriye'ye taşımış, aynı zamanda İsrail'e baskı kuracağı cepheyi kaybetmemek ve Şii çizgisini kalınlaştırmak uğruna deneyimli olduğu her enstrümanı sonuna kadar kullanmıştır.
Çin, ilkesel politika izlediğini söylese de Suriye'de netice verecek bugünkü yöntemin Doğu Türkistan'a taşınmasından içten içe endişelenmiştir.
İsrail, diktatörlerle kurduğu dehşet dengesinin sürdürülebilirliği peşindedir. Öncelikli kaygısı, kimyasal silahların Hizbullah başta olmak üzere tehdit odaklarının eline geçmesidir.
ABD ve AB, ekonomik krizlerden çıkış aşamasında, bölünmüş İslam dünyası tablosundan yararlanmayı ve kritik eşiğe kadar beklemeyi tercih etmiştir.
***
Gelinen noktada; Türkiye'nin, "
insani değerler ve diplomatik etikle" izah ettiği Suriye yaklaşımı ile üçüncü tarafların "
bölgesel üstünlük ve mezhep bağları" üzerinden tanımladığı hesapları çelişmektedir. Suriye halkı ve tarih, hangi önceliğin doğru olduğunu gösterecektir.
Ama bu arada... Hafızalarda tazeliğini koruyan, "
F 4 keşif uçağının düşürülmesi, Akçakale bombalaması ve Reyhanlı terör saldırısı" Ankara'yı "
ulusal güvenlik çıkarlarını korumaya" zorlamaktadır. Bundan sonra Türkiye de Suriye'den yönelecek tehdide karşı tıpkı İsrail gibi nokta operasyonları icra edebilecek sınıra gelmiştir.