Geçtiğimiz hafta sonu, Ankara Sanayi Odası'nın 48. kuruluş yıldönümü vesilesi ile düzenlediği beyin fırtınasına katıldım. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da bizim toplantı sonrasında sanayici arkadaşlarına hitap etti.
ASO Başkanı Nurettin Özdebir'in moderatörlüğündeki, "Küresel Gelişmeler Işığında Türkiye Ekonomisi" oturumunda Akşam'dan Deniz Gökçe (Hoca) ve Hürriyet'ten Erdal Sağlam da vardı. Farklı görüşlerin dile getirildiği toplantıda iki başlık ön plana çıktı:
1- Türkiye'nin cari açığı kontrol etme zamanlaması ile AB'nin -olası- finansal çöküşü önleme zamanlaması kader noktası olacak.
2- 2012'de enflasyon ve faiz hadlerinde artış yaşanacak.
***
Bu iki eksende, katıldığım ve itiraz ettiğim bölümleri aktarmadan önce, tabloyu netleştirmek için Türkiye'nin kazanımlarını ve zorlu konularını sıralamak istiyorum:
Artı hanesi şöyle:
1- Seçimden güçlü çıkmış hükümet yapısı. 2- Siyasi istikrar. 3- Küresel krizle ilgili gelişmelere duyarlı kadrolar. 4- Ekonomide zorlu kararları tereddütsüz alabilecek yönetim. 5- 2014'e kadar sürecek seçimsiz dönemin açtığı fırsat penceresi.
Unutulmaması gereken başlıklar ise şu şekilde:
1- 2007'den sonra ivme kaybeden yapısal reformlar. 2- Bünyesel mali sorunlarla boğuşan AB'nin, Türkiye gündeminden uzaklaşması. 3- Cari açık sorununun pozitif görünümü bozması. 4- Anlık piyasa değişimlerine anlık kararlarla tepki veren Merkez Bankası'nın giderek belirsizlik kaynağına dönüşmesi. 5- 2012 baharında hissedilecek ekonomik yavaşlama ile yeniden hız kazanması muhtemel terörle mücadelenin tam da sivil anayasa yazımına denk gelmesi.
Tabii bu denklemde Suriye- İran- Kuzey Irak hattındaki dış politik ve muhtemel askeri gelişmeler de hatırı sayılır ölçüde yer tutuyor.
***
Değineceğim ilk husus şu... Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan bu sıralar,
"İhtiyatlı olmaktan" söz ediyorsa, orada durup düşünmek gerek. Zira tanıdığım Babacan, uluslararası ortamlardan edindiği izlenimlerle aylar sonrasının manzarasını çiziyordur. Lakin ihtiyat aşısının yan etkisi karamsarlıktır. Bulaşıcı karamsarlık ise hem moral bozar hem de büyüme iştahını keser.
İkinci husus,
"Başkalarının krizi" rahatlığı. Geçenlerde TBMM iktidar kulisinde deneyimli bir milletvekili, cep telefonunda açtığı haritadan dünyanın içine düştüğü borç sarmalını gösteriyor ve Türkiye'nin ne kadar güçlü olduğunu anlatıyordu. Oysa o harita, bizim sağlam ekonomik mimarimiz üzerine çökebilecek komşu binaları da işaret ediyordu. Demem o ki başkalarının hastalıkları üzerinden memleketin halini iyi göstermenin pratik bir karşılığı yok.
Üçüncü husus,
"Kriz ihracı!" Gelişmiş ülkelerin ekonomik bunalımın ardından çıkışa geçmesi, krizin faturasının üçüncü ülkelerle paylaşılmasına bağlı. Örneğin, sıcak paraya net faiz getirisi ve büyük pazarlarda duraksayan dış satımıyla Türkiye de bu bedeli ödüyor. Bu yüzden içeride yazılan
"yüksek faiz senaryosu"na kapılmamak gerekiyor. Kredi ve mevduat faizlerindeki kıpırdanmayı, Hazine iç borçlanma faizlerinde baskıya dönüştürme girişimi halen sürüyor. "Cari açık algısı, fiyatlar genel seviyesindeki oynaklık, kurdaki spekülasyon" faiz artışının bahaneleri gibi sunuluyor. Buna karşın, kamu maliyesindeki disiplin ve borçlanma ihtiyacının azaltılması sayesinde faiz tuzağından kurtulmak da mümkün görünüyor.