Türkiye, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne uzanan süreçte, ilk kez devletteki "güç dağılımının" yeniden masaya yatırıldığı bir dönemi yaşıyor. Daha doğrusu taşların yerli yerine oturacağı tarihi kavşağı geçiyor. Zira bu ülkede, anayasada tanımlı görev ve roller kadar, yazılı olmayan kurallar üzerinden işletilen "durumdan vazife çıkarma" geleneği de gizli mahfillerde hep yaşatıla geldi.
***
30 Haziran'daki Milli Güvenlik Kurulu ile başlayan toplantı trafiği,
"sivil-asker" ilişkilerine dönük yeni dengenin de habercisi gibi. Özellikle anayasal düzene, meşru hükümete karşı suçlar açısından asker kişilere, doğrudan sivil yargı yolunun açılması gerek yöntemi gerekse sonuçları itibariyle hayati önemde.
Evet, bir gece yarısı verilen önerge ile yeterince tartışılmadan, kurumsal mutabakat arayışına girilmeden yasal değişiklik yapılmıştır. Bu durum askeri kanatta derin travma yaratmıştır. Terörle mücadele eden asker, mücadelenin kurumsal olduğu kadar kişisel kahramanlıklarla da sürdürüldüğü görüşündedir. Bu yüzden,
"moral faktör" e işaret etmektedir.
Şekil açısından eksik görülse de içerik açısından gelinen nokta,
"demokratik olgunluk" düzeyine işaret etmektedir. Artık hiçbir şekilde darbe planı yapılması, komutanlık yetkisinin gaspı
"askeri suç" sınırına çekilemeyecek, kol kırılıp yen içinde kalmayacaktır.
Ülkedeki demokrasi iklimi askeri kanadı,
"sivil mahkemede yargılanmak istemiyoruz" çizgisinde tutamamaktadır. Lakin TSK'nın ülkenin geleceği ve kaderiyle ilişkilendirdiği kaygıları da göz ardı edilmemeli,
"izne bağlı yargılanma" mekanizması da alternatifler arasında bulunmalıdır.
***
Burada Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün omuzlarındaki yük, tarihe yön verecek kadar ağırdır. Cumhurbaşkanı, aynı zamanda başkomutandır. Bir yönüyle
"hakemdir", bir diğer yönüyle
"hâkim" olması beklenmektedir. Askerler, gerek
"İrticayla Mücadele Eylem Planı" dokümanı çerçevesinde başlayan tartışmalar, gerekse yargılama usulü ile ilgili son gelişmeler karşısında Cumhurbaşkanı'nın daha aktif olarak devreye girmesi gereğini hissettirmiştir. Bu beklenti,
"yasanın veto edilmesi veya en azından ara formül bulunması" havasını yaymıştır. Yasanın yürürlüğe girmesi halinde ise ağustos ayında
"güven artırıcı" ilave önlemler alınması ihtiyacı dile getirilmektedir.
***
Devlet organlarının eşgüdüm içinde çalışmasını gözetmekle yükümlü olan Cumhurbaşkanı'nın, TSK ile bazı emniyet birimleri arasında giderek yoğunlaşan
"kuşku bulutlarını" dağıtma misyonu da ön plana çıkacaktır.
Başbakan
Tayyip Erdoğan'ın,
"rejimin teminatı" olarak sunduğu emniyet teşkilatı, iddia olunan Ergenekon terör örgütünün ortaya çıkarılmasında yargı kurumuna ciddi katkı sağlamaktadır. Bu yönüyle emniyet, Türkiye'nin
"demokrasi" sınavını geçmesine yardımcı olmaktadır. Ama bahse konu çabaların, 1960 darbesinden bu yana gerçekleşen askeri müdahalelerin rövanşına dönüştürülmesi riski de vardır. Esasen görevdeki komuta kademesinin, anayasaya bağlılığından siyaset de kuşku duymamaktadır. Mesele,
"Siz yiyin, torunlarınız ödesin" kampanyasından kaynaklanmıştır. Hukuk devleti ilkelerine sadakat güvencesi veren Genelkurmay Başkanı Org.
İlker Başbuğ, maalesef kendisinden yıllarca önce verilen anti demokratik kararların faturasını ödemek zorunda kalmaktadır.
Gül, dün post-modern darbe girişimlerinin mağduru bir siyasetçi idi. Bugün, Cumhurbaşkanı olarak devletin sinir uçlarındaki rahatsızlığı tedavi etmesi umulan doktor konumunda. Yarını ise Gül'ün deneyim ve birikimi ile yazacağı usta reçete belirleyecek.