Cumhurbaşkanı Abdullah Gül uzmanlarıyla belli bir konuyu tartıştığı Çankaya Sofraları toplantısında bu defa Türkiye'de bilimin geleceğini ele aldı. YÖK, TÜBİTAK, TUBA, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu başkanlarıyla gazeteci İsmet Berkan ve bendeniz davet edilmiştik. Genel Sekreter Prof. Dr. Mustafa İsen de yemekte hazır bulundu.
Konu kapsamlıydı. Sayın Cumhurbaşkanının sağladığı rahatlık içinde herkes hiç zaman yitirmeksizin harıl harıl konuşmaya başladı.
***
Üniversitelerin elbette çok sorunu var. Ama bir o kadar önemli olan şey masada tespit edildi: Türkiye'de, toplum,
üniversite öneminin baştan beri farkındadır. Bu hem iyi hem kötü. İyi olan, bu duygunun üniversiteye sürekli olarak ilgi doğurması. Kötü olan veya işlenmesi gereken yanı ise
üniversite eğitiminin bir
meslek eğitimi olarak görülmesi. Aynı şekilde 19. yüzyılda biçimlenmiş
pozitivist anlayışın bir uzantısı olarak bugün dahi
sosyal bilimlerin değil, hatta
fen bilimlerinin de değil, mühendislik, tıp, hukuk gibi alanların rağbet görmesi üniversite eğitiminin ve bilim anlayışının tek yönlü olmasını getiriyor.
Cumhurbaşkanı Gül bu konuyu çok hassasiyetle ele alarak
sosyal bilimlerin, temel bilimlerin ve
beşeri bilimlerin üniversite hayatında esaslı bir role kavuşturulması gerektiğini vurguladı. Bizatihi üniversitelerde bile
görülmeyen bu duyarlılığın önemi ortada.
Bu Türkiye'deki üniversitelerin diğer büyük dünya üniversiteleri gibi mühendislik ve pozitif bilimlere ağırlık vermesini engelleyen bir öngörü veya politika değil. Tersine Cumhurbaşkanı
üniversiteyle sanayi arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Cumhurbaşkanı bilimle meslek öğretiminin birbirine karıştırılmasından ve birbirini ikame etmesinden endişesini dile getiriyordu.
Ben de mühendislikten gelip sosyal bilimler çalışan birisi olarak, kendi payıma bilimlerin güçlü olmadığı bir üniversite sistemi tasavvur edemiyorum. Ama Türkiye'nin sosyal bilimler eğitiminde yeni bir modele gitmesindeki zorunluluğu da işaret etmeden duramıyorum.
***
O arada üniversitelerin
YÖK'ten bağımsızlaştırılması, özerkliğe kavuşturulması ve
bürokratik otoriteden kurtarılmasındaki zorunluluk vurgulanan hususlar arasındaydı. Aynı şekilde yeni bir
eğitim planlamasına gidilmesi,
müfredat yapısının yenilenmesi,
elit eğitiminin desteklenmesi Türkiye'nin önünde duran hedefler.
Sayın Cumhurbaşkanı iki noktayı saptadı. Birincisi
açılan üniversite sayısı ve onların
kendilerine güveni. İkincisi
AR-GE konusunda geliştirilen duyarlılık. Gerçekten de
TÜBİTAK Başkanı sürekli olarak herhangi bir kaynak sıkıntısının bulunmadığını belirtiyordu.
***
Bu arada çok haklı olarak ele alınan bir konu vardı:
Lise eğitimi. İtiraf edelim ki, Türkiye
orta öğretimi yapamıyor. İyi üniversiteler ilk yıllarda öğrencileri ancak iyi bir liseden mezun öğrencinin seviyesine getiriyor. Liseden gelen gençler okuma yazma yetisine bile sahip değil.
Başladığımız yere dönersek Türkiye'nin yeni bir
bilim bilincine ihtiyacı var.
Bilim konusunda bir
toplumsal duyarlılığın yaratılması yabana atılmaması gereken bir husus.
TÜBİTAK-TRT işbirliğiyle bir
bilim kanalının kurulması mümkün. Sayın Cumhurbaşkanı bilimin popülerleştirilmesini ve bu bilincin yükseltilmesini hassasiyetle işaret ediyor.
Son derecede mütevazı, ama o düzeyde zevkli, zengin ve zarif bir sofraydı.