Hikâye hazin bitti. Taraflar hayli mustarip.
Dağılan yuvayı ayakta tutmak için hatırlı çevreler araya giriyor. Kaş yapayım derken göz çıkarır biçimde yuvanın ana amacının ortadan kalktığını söyleyip ona yeni bir mana ve şekil vermeye çalışıyorlar.
AB'den ve ona Nobel Barış Ödülü'nün verilmesinden bahsediyorum. Ne oldu da Nobel Komitesi Barış Ödülü'nü AB'ye hem de çatırdarken tevcih etti? Nedenini Habermas bize açıklayabilir.
***
Yaşayan önemli filozoflardan
Jurgen Habermas'ın tam da şu sıralarda Avrupa konusunda sağda solda çıkmış yazılarını bir araya getiren bir kitabı yayınlandı:
The Crisis of the European Union: A Response. 2. Dünya Savaşı'nı yaşamış ve onunla ilgili kişisel ilişkisi konusunda hasbelkader bir görüşmemizde bana dudağımı uçuklatan şeyler söylemiş olan Habermas'ın bir
Avrofil (Avrupasever) olduğu açık. Öteden beri bu birliğin bir anayasa projesi olarak ayakta kalmasına çalışıyor. Alman felsefeci hayata, o kadar kolay yıkılıp döküldüğüne şahit olduğu, milyonlarca insanın birbirini boğazladığı bir Avrupa kâbusundan uyanarak başladığı için istiyor ki Avrupa gül pembesi düşlerin kıtası olsun. Nasıl olacak?
Üç temel koşul var, Frankfurt Okulu felsefecisine göre.
1. Avrupa'nın geleceğini
Avro belirleyecek.
Bu nedenle Habermas krizi o derecede önemsemeyen Alman siyasetçilerini şiddetle eleştiriyor.
2. AB bir
federal yapı olmamalıdır.
Demokratik proje olarak değerlendirilmesi gereken AB bir
anayasal proje olarak ele alınmalıdır. AB yeni bir
anayasal temele yaslanmalıdır. Bu anayasanın belkemiği yeni bir
yurttaş tanımı olmalıdır.
3. AB
ulus ötesi demokrasiyi (trans-national democracy) aşıp,
uluslararası demokratik model olmaktan çıkıp,
kozmopolitan bir demokrasiye geçmelidir.
Oldu oldu. Olmadı, "ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde..."
***
Habermas'ın çerçevesi olayın iç yüzünü açıklıyor. Çünkü düşünür problemin
ekonomik olduğunu daha işin başında kaydediyor. Ama ekonomik bakımdan yetersizliği aşılamıyorsa bari AB
siyasal birlik olarak ayakta kalsın. O da yeni bir
anayasaya, yurttaşlık, demokrasi tanımına bağlı.
Nobel Komitesi yaptığı açıklamayla bu görüşü vurguluyor. Komite
ekonomik temelde çöken Avrupa'yı,
siyasal bir kurum ve yapı olarak ayakta tutmaya çalışıyor. Bu yaklaşımın derecesiz bir yeis, keder, karamsarlık ve yenilmişlik duygusu taşıdığı muhakkak. Bir nostalji içerdiği yaklaşımın ayrıca belli.
***
Avrupa'yı Avrupa yapan en önemli simgelerden bir olan Nobel'in bu muhakemesi bana bambaşka bir şey düşündürüyor. Tüm bu gelişmeler
2. Dünya Savaşı sonrasının parça parça ve her geçen gün atılan yeni bir adımla aşıldığı kanısındayım. Pratik /reel
sosyalizm /komünizm bitti.
Berlin Duvarı yıkıldı.
BM işlevsizleşti.
NATO manasız bir kuruluşa dönüştü. Şimdi bir 2. Dünya Savaşı tasavvuru olan AB çöküyor. Bu "
umut birliğini" ayakta tutmanın yolu artık ana işlevi olan
ekonomik entegrasyonda değil, "
Avrupalılıkta" değil
kozmopolitanlıkta aranıyor.
Böyle bakınca insan Avrupa'da cereyan eden
ekonomik çöküşle
İslamofobinin ve
zenofobinin (yabancı düşmanlığının) neden at başı gittiğini daha iyi anlıyor.
Türkiye'ye dönük hıncın, hırsın, kinin nedenleri büsbütün ortaya çıkıyor. Habermas'ın kozmopolitanlık derken ne kastettiği berraklaşıyor. Nobel'in ne yapmak istediği aydınlanıyor. Gene de bir işaret bu: deniyor ki, ey Avrupa bak sana barış ödülü veriyoruz. Önce barışı kendi içinde sağla, sorunlarını çöz Yoksa, her şey gitti gider, dahi gider...
Eski Avrupa ağzına yeni taam bakalım ne kadar sevilecek?