Belli bir dönem kendi kilomda güreş tutmak dışında hayatım boyunca hiç sporla ilgilenmedim. Spor yapmadım. Bunun bedenimde kendini göstermeye başlamış olumsuz etkileri var ama ne yapalım haddinden fazla "serebral" bir insandım, hâlâ da öyleyim. Buna karşılık sporun ideolojik, politik, estetik yanı her daim dikkatimi çekti. Üç branş ilginç geldi bana, güreş, ağır sıklet boks ve atletizm. Şimdi nedenlerini saymayayım ama oldum bittim antik Yunan'la ve onun beden politikalarıyla çok ilgili biri olarak bu mesele üstünde düşünmemek zaten olanaksız. Olimpiyatlara da bu açıdan, ucundan kulağından olsa da, bakıyorum. İnsanın belli bir estetiği de işin içine katarak gücünü sonuna kadar zorlaması, mücadele duygusu, hırsı, azmi beni de etkiliyor. Bu bakımdan olimpiyat benim için Leni Riefenstahl'ın filmi demektir ama şimdilik bir kenara bırakalım...
***
Sporcularımızın madalya aldığı bazı seansları izledim. Bayrak, marş gibi semboller bakımından herhalde dünyadaki en son "milliyetçi" benimdir. Gene de bir ülkede yaşayan, aynı kültürü soluyan ve içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak anılan, tanınan bir kişi sıfatıyla elbette Türkiye'nin elde ettiği başarının yararcı ve işlevsel yanlarını önemsiyorum. O seanslarda da Türkiyeli sporcuların kazanmasını yürekten diledim.
Tekvando'da Servet Tazegül'ün,
Nur Tatar'ın maçlarını görmedim. Güreşte
Rıza Kayaalp'i izledim. En son 1500 metrede
Aslı Çakır Alptekin'in ve
Gamze Bulut'un gerçekten müthiş mücadelesine tanıklık ettim. Kazandıkları başarıyla çok mutlu oldum. Kendilerini yürekten kutluyorum, başarılarıyla övünüyorum. İki cılız, ufak tefek, incecik genç insan vücutlarından kaslar fışkıran, "spor makinesi"ne dönüşmüş rakiplerini biraz dayanışma ruhu, biraz kültürel incelikler sayesinde alt ettiler. Yarıştan sonra Başbakan'la yaptıkları telefon görüşmesini, açıklamalarını dinledim. Tepeden tırnağa bu toprağın, alt orta sınıfların, geleneksel kültürün biçimlendirdiği iki insan konuşuyordu. Onları
Yeni Türkiye'nin iki önemli, tarihsel adı olarak kaydettim.
Dünyada güçlü bir yer edinmeye çalışan Türkiye için bu başarıların, madalyaların büyük önemi ve değeri var. Ertesi gün yapılan madalya törenine
Eurosport'ta baktım bilhassa, İngiliz sunucu ne diyecek diye düşünmüştüm. Tahmin ettiğim gibi, bu başarıyı beklemeyen zat Türk bayrağı ve sporcuları gösterilirken kem küm etmekten öte hiçbir şey söyleyemedi, geçiştirdi.
***
Şimdi gelelim başka bir meseleye... Bu başarıya seviniyoruz, tüm Türkiye ayakta. Peki bundan kısa bir süre önce
Orhan Pamuk'un
Nobel ödülü sonrasında yaşadıklarını anımsayan var mı?..
Orhan Pamuk, 1980 sonrasında dünyanın en önemli romancılarından biri,
2006'da
Nobel'i kazanmıştı. Türkiye o ödülü de belki 1970'lerden beri bekliyordu. Sonunda Pamuk bileğinin hakkıyla aldı. Nobel ödülünü öyle "
Kürt ve Ermeni" meselesini dile getirdi diye kimseye vermezler. Ama o günlerde Türkiye'yi tutmuş, felç etmiş
ulusalcılık dünyayı bu büyük yazarımıza zindan etti. Sonunda Pamuk ülkesi dışında yaşamak zorunda kaldı. Nasıl kalmasın,
Hrant Dink'in katilleri o gün de bugün de onun hakkında konuşmayı sürdürüyor.
Nobel kazandığı için ülkesinde horlanan, dışlanan başka kimseyi görmedim. Şimdi
Olimpiyat madalyasıyla haklı olarak sevinen, sevinmesi gereken Türkiye o günlerde bu horlayıcı, akıl dışı tutumun içindeydi ve belli çevrelerde aynı duygu bugün de sürüyor.
Spor başarısına sevinelim, Nobel başarısına yerinelim şeklindeki bir ağır çelişkiyi belki "
biz bize benzeriz" diye açıklamak mümkün ama öğrencilerimin tabiriyle söyleyeyim "ben almayayım" bu saçmalığı...
Madalyalılarımız da, Pamuk da, diğer başaranlarımız da çok yaşasınlar!