Leyla Zana çok önemli bir açıklama yaptı ve konunun 'Kürt sorunu' değil, 'haklar sorunu' diye adlandırılması gerektiğini işaret etti. Ne demek istediğini anlıyorum. Ama katılmıyorum.
***
Mesele haklar sorunudur. Doğrudur. Ama
haklar sorunu diye tanımladığımız veya yaklaştığımız zaman elimizdeki olguya, çok önemli bir boşluk doğacak. Boşluk, doğrudan
Kürt meselesinin unutulması, geri itilmesi, önemini, yerini, hacmini, işlevini yitirmesi anlamına gelecektir. Kürtler haklarını
Kürt olarak, Kürtler adına,
Kürt kimliğiyle savunmalıdır, savunabilmelidir, soyut ve genel haklar olarak değil! 'Genel hakların' bünyesi içinde hiç değil. İçlerinde katılmadıklarım olabilir, var, gene de o talepler önce, öncelikle Kürtlerin hakkı olarak ifade edilmelidir. Sonradan genişletilir, talep sahibi diğer çevrelere teşmil edilir.
***
Çünkü, haklar sorunu ayrı bir şeydir, Kürt sorunu ayrı.
Eğer
kimlik temelinde ve
vatandaşlık bağlamında dile getirilen
hak kısıtlamalarını ve yetersizliğini söz konusu ediyorsak bu neredeyse derecesiz ölçüde yaygın bir alanı tutar. Türkiye'de ulus devletin, üniter devletin, 1930'lardaki teşekkülü sırasında oluşmuş, biçimlenmiş bir vatandaşlık anlayışının getirdiği,
mezhepten etnisiteye, cinsel kimliklerden anadil sorunlarına, yönetim ilişkilerine, devlet yapısına, beden politikalarına kadar sayısız maddeyle örülmüş bir hak sorunu duruyor karşımızda. Alevisi, eşcinseli, kadını bu hak meselesinin özneleri arasında. Türkiye bu sorunu ilmik ilmik çözerek aşacak.
***
Kürt konusu burada
özel bir alan meydana getiriyor. Birçok nedenden ötürü. Öncelikle, hak sorunu gibi bir genel çerçevenin içine alındığında konunun
özgül boyutu ortadan kaybolur.
Özgül boyut dediğim şey şu: Türkiye, 1930'ların getirdiği anlayışı,
Kürtler ve Müslümanlar aracılığıyla, onların
hak talepleriyle ve direnerek aştı. Yanlışlar yapıldı. Şiddet kullanıldı. Şiddet bin türlü kirliliğe yol açtı. Ama gene de bu direniş olmasaydı bugüne kadar gerçekleştirilenler de söz konusu olmayacaktı. Üstelik bu demokratik taleplerin doğrudan doğruya
'Kürt' adı vurgulanarak, '
başörtüsü' denilerek, Müslüman denilerek yapılmasıdır hiza istikamet tayini getiren.
O çizginin yitirilmesi başlangıç noktasına dönmeye çok iştahlı ve kararlı olan devleti her şeyden vazgeçirebilir. Bu vurgular birer çeki taşı gibi, işaret feneri gibi ortada durmalıdır. Kürtler, genel bir
haklar sorunu olduğunu bilerek ama
Kürt sorunu diyerek bu konuyu sürdürmelidir. Ancak
kimliğin vurgusu ve o vurgunun hiç susmayan tınısı devleti bir sınır çizgisini geriye doğru aşmaktan alıkoyabilir.
***
Günümüz demokrasisi bu türden kavramlaştırmalarla ilerliyor. O özgüllükleri içerdiği oranda demokrasi demokrasidir. Demokrasi,
Kürtlük veya Müslümanlık veya
Alevilik veya eşcinsellik telaffuz ediliyorsa demokrasidir, işlemektedir, yetkindir, üretkendir, verimlidir. Bunlar karşısında yutkunuyorsa bir toplum, susuyorsa, kaçınıyorsa bunlardan orada demokrasi kısıtlıdır, eksiklidir, özürlüdür.
Bunu dile getirebildiğimiz, bu sözcükleri, isimleri kullanabildiğimiz için bugün dünden daha iyi bir noktadayız.
Niye geri gidelim?