Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Şiddetin gizli tarihi

Kimse bu toplumdaki gizli şiddetin farkında değil. Zaman zaman sözü edilen, herkesin ucu kendisine dokunduğunda yakındığı ve rahatsız olduğu şiddet açık şiddettir. Ve gizlisi açığından daha vahimdir. Çünkü açık şiddeti doğuran ve insanları birbirinin gırtlağına çöktüren odur, gizli şiddettir.
Nedeni çok basit: birini hedef alarak şiddet uygulamak ancak insan şiddeti kendisine uygularsa mümkündür. Veya şiddetle kendi nefsinde iç içe geçmiş, koyun koyuna yaşıyorsa karşısındakini şiddetin öznesi haline getirir insan. Belki ürkütücüdür söylediklerim ama bunun altında da çok sert bir özünü yok etme, yani öldürme dürtüsü yatar.

***

Sabahleyin taksiye biniyorum ve bir yokuştan sahile iniyorum. Sürücü basabildiği kadar basıp gaza arabanın hızını artırıyor. "Doğrusu bu mu, yokuştan inerken gaza mı basılır frene mi" diye soruyorum her sabah ve gene her sabah aynı cevapları alıyorum: "ne bileyim abi" veya yarı nefret, yarı kin yarı mahcubiyet dolu bir bakışla gelen suskunluk. Arabalar ancak bir nebze, sadece bir nebze yavaşlıyor. Neden?
O arabanın direksiyonuna geçen kişi çocukluğundan başlayarak nefret görmüş, şiddete maruz kalmıştır. Çocukken evde anasından, babasından, mahallede kendinden büyüklerden, okulda öğretmenlerinden, askerde üstlerinden dayak yemiştir. Devlet dairesinde horlanmıştır. Polisin, subayın, jandarmanın karşısında ürkmüştür. Vergi memurundan, hastanedeki hastabakıcıdan, hemşireden, kapıcıdan yılmıştır. Irkından, dininden, mezhebinden ötürü dışlanmıştır, ezilmiştir, susturulmuştur.
Şimdi o kişi direksiyona oturduğunda bilinçaltında biriktirdiği nefreti, öfkeyi, hıncı, gayzı, kini arabasının hızını hem de yokuştan inerken artırarak öncelikle kendisine boşaltmıyor mu? "Ölsem de kurtulsam" düşüncesi bu insanın bilinçaltında, hatta bilincinde yok mu? Evet, düpedüz bilincinde. Bırakın gördüğü doğrudan şiddeti, açığı ve gizlisiyle birlikte, istemediği kişiyle evlenen, istemediği çocuklara sahip olan, istemediği işi yapan, istemediği bir kentte yaşayan, maaşı yetersiz, hayatta istediği hiçbir şeye sahip olmamış bu kişinin etrafındaki şu koşullar ona dönük birer şiddet unsuru değil mi?
İnsan kendi bedenini ortadan kaldırmayı ikili bir silah olarak seçer: hem kurtuluştur o ölüm hem de geride kalanlara verilen bir ceza. Başkasını yok etmek aslında insanın kendisini yok etme iradesinin, arayış ve talebinin bir yansımasıdır sadece.
Gizli şiddet budur. Ama dahası var: evde annesinin babası tarafından azarlandığını gören, annesine atılan dayağa şahit olan çocuğun şiddete maruz kalmadığını kim söyleyebilir? Daha çocukluğundan başlayarak yüklendiği ve doğrudan kadına dönük ve katışıksız, saf, som şiddet içeren bir kültürden gelen "maçoluk" zamanla toplumsal şiddete dönmeyecek midir? Üstelik bu son derecede karmaşık bir cihazdır ve maçoluk kültürünün hâkim olduğu toplumlardaki şiddetin o girift düğümlerini çözmek için hayli emek gerektirir. Maalesef o "asker millet" teranesinin bir ucu gelip buralara dayanır, "sünnet" edilerek "erkekleşen" çocuk söylemi buralarda büsbütün başka rahatsızlıkları mayalar.
Evet, sözünü ettiğim maçoluk kültürü bizim yaşadığımız toplumsal şiddetin çok önemli bir trafosudur. Futbolla, silahla, araba ve kadınla gelenek içinde hamur olup yoğrulmuş bu kültür kendisine bulabildiği kadar zemin buluyor. Çetin Altan üstadımızın yaza yaza ömrünü tükettiği "kadınsız 100 bin kahve", "mesleksiz insanlar toplumu"dur işte o erkek ve şiddet kültürünün kökeni. Gizli şiddetin şifreleri... Başta "erkek toplum" olmanın çaresizliği...
Bütün bunlar ortadayken yaşadığımız açık şiddete "az bile..." dememeli mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA