Dizi filmler hayatımızın bir parçası. Ben izlemeyenlerdenim. Fakat bunun yanlış bir tutum olduğunu biliyorum. İnsanın hiç değilse izlediği birkaç dizi film olmalı. Çok önemli iki nedenden ötürü.
Birincisi, 19. yüzyılda gazeteler yayınlandığında tefrikalar vardı. En ciddi romanlar, örnek mi istersiniz Karamazof Kardeşler, o mecrada yayınlanırdı. Onların yerini şimdi diziler aldı. Müthiş bir sosyoloji cereyan ediyor o yapımlarda. İkincisi, bugünün sineması diziler. Sinema, bildiğimiz haliyle bitti. Üzülebilirsiniz, kabul etmeyebilirsiniz ama gerçeği söylüyorum. Dünyanın en "avangart" yönetmenleri de bugün Hollywood'a gitti, dizi film çekiyor. Görüntü, hikâye, anlatım üçgeninde ya Avatar gibi öncü filmler ya Peter Greenaway gibi geleneksel sinema tekniğini zorlamayı düşünen yönetmenler ya da diziler var bugün. Hem de ne diziler...
***
Türkiye bu kervana katıldı. Boyuna yeni dizi yapıyoruz. Kendine özgü dokuları var onların. Tümü, eminim, bir süre sonra doktora tezlerinin konusu olacak. Şimdiden başladı uluslararası toplantılarda, Amerika'da okuyan Türk öğrencilerin bu diziler hakkında verdiği tebliğler.
ATV yeni bir diziye başladı.
Mahsun Kırmızıgül çekiyor diziyi. Daha önce yaptığı filmleri biliyoruz. Elbette eleştirilecek yönleri var. O bir kültürel kompozisyon meselesi. Türk sinemasının eleştirilecek yönleri asıl söz konusu olan. Fakat o da bu çerçevede bir gayretin sahibi. Bana göre kendi bağlamında hiç de öyle yabana atılmayacak filmler yaptı.
Şimdi
Hayat Devam Ediyor isimli diziyi duyuyorum etraftan. Oturup izledim de. Baştan söyleyeyim. Ben o estetiğin insanı değilim. Ama filmin, hele hele bazı sahnelerin, özgün bir sinema diline sahip olduğunu da gene baştan kaydedeyim.
***
Kaldı ki, bu dizi, konusuyla beni ilgilendiriyor.
Göçü ve
GD Anadolu gerçeğini anlatıyor, içinde de
çocuk yaşta evlendirilmeleri. Dizinin sloganı zaten her şeyi açıklamaya yetiyor: "
küçük insanların büyük hikâyesi." Öyledir ve bu
Türk edebiyatı ve
sinemasının temel konusudur. İkisi de
sosyal bir zemine oturmuştur. O nedenle Türk romanı da Türk sineması da ne anlatırsa anlatsın arka planında toplumsal oluşumları, dönüşümleri, insanı boğan gerçeklikleri ele alır. Bazen bunlardan anladığımız anlamda yüksek estetik çıkmaz fakat bu çaba küçümsenecek bir şey değildir.
Şimdi bu dizi şu iki konuyla uğraşıyorsa önemlidir.
Sex and the City'den söz etmiyoruz,
Desperate Housewives'dan da,
Nip-tuck'tan da. GD Anadolu diye bir gerçek var hayatımızda. O bölgede ne Türk modernleşmesini sağlayabildik ne Kürt modernleşmesini. Son dönemde çok değişti ama gene de
feodalite olanca ağırlığıyla duruyor orta yerde. Öyle olunca da çocuk yaşta evlendirmeyi mi yok sayacağız, herkesin son sürat ilerleyen bir arabadan fırlayıp bir başına bir yerlere savrulması gibi gelişen göçü mü?
***
Üstelik 1960'lardan beri devam ediyor bu öykü. Arkasında o kadar büyük bir edebiyat var.
Halit Refiğ'in
Gurbet Kuşları filminden bu yana sürüyor bu öykü. Şimdi o da bir diziye dönüşen
Keşanlı Ali Destanı, örter, saklar ama gene bir göç oyunudur. Türkiye'nin bir tek meselesi var, göç. Unutmayalım ki,
İstanbul'a son 15 yılda 7.5 milyon insan geldi. Bunların ürettiği ekonomi, kültür ve sosyoloji başlı başına bir meseledir. Bu gerçeği anlamadan Türkiye'yi anlamanın olanağı yok.
Öteki konuya, kadın meselesine girmek bile insanın içini acıtıyor. Bir reklam var, televizyonda görüyorum, adı okunan kız çocukları çalıştıkları yerden, tarladan, evden, dükkândan seslenip "burada" diyor, bir çocuk da, en hazini o, gelinliğiyle kenarına iliştiği yataktan, yatak odasından cevap veriyor. O kadar "haşmetli", ak saçtan yok saça geçmiş bir işadamının aynı şeyi, daha geçenlerde yaptığını görmedik mi?
***
Bunlar görmezden gelinecek şeyler değil; dizi de eğlencelik şey değil; varsın gene zaman öldürsün insanlar ama hiç değilse bu konularla da uğraşsınlar. Goethe'nin ölürken söylediği gibi, "
biraz daha ışık."
Ancak o zaman "
hayat devam ediyor"diyebilirler.