Biliyorum çok eskidi, sonradan yayınlanan birçok akademik makale, kitap ve tezle çok eleştirildi ama gene de Morris Janowitz'in bazı önermeleri ve bilhassa ürettiği bazı kavramlar içinde yaşadığımız sivil- asker ilişkilerini anlamakta çok yararlı olabilir.
Janowitz, 1960'ta yayınladığı, sivil-asker sosyolojisi/siyaseti konusundaki ilk kitabı, Professional Soldier: A Professional and Political Portrait (Profesyonel Asker. Profesyonel ve Siyasal Bir Portre) başlıklı kitabında Amerikan ordusunu esas alarak sivil-asker ilişkilerinin nasıl geliştiğini irdeliyordu. 800'e yakın general ve 600 civarında askeri bürokratla mülakatlar yapmış ve bazı sonuçlara varmıştı.
***
Birincisi, askerlik sistematiği
mutlakiyetçi ve
pragmatik olmak üzere iki yapı/ metot içinde gelişiyordu. Mutlakiyetçilik, zafere ve askeri başarıya odaklanmış,
mutlak disiplin anlayışı içinde hareket eden, bu maksatla orduyu "dışarıya", sivil hayata kapatan yaklaşımdı. Diğeri ise askeri başarının aynı zamanda
sivilleşmeye bağlı olduğunu, bunun da öncelikle
teknokratlarla bütünleşmekten, orduyu
sivil hayata açmaktan geçtiğini kabul eden modeldi.
Gene yaptığı incelemeyle
Janowitz, 2. Dünya Savaşı sonrasında orduların geniş ölçüde
siyasallaştığını belirtiyordu. Siyasallaşma korkulacak bir şey değildi. Sivilleşmeyi yani disipliner/ mutlakiyetçi modelin dışına çıkmayı getirdiği gibi, bu anlayış ve yaklaşım, ordunun,
toplumsal çeşitliliği yansıtmasına imkân veriyordu.
Janowitz'in en önemli saptamasıysa bana göre şuydu.
Sivil-ordu ilişkisi ikili bir model üstüne bina edilmişti. Ya
ordunun sivilleşmesiydi söz konusu olan ya da
sivil toplumun askerleşmesi/ militarizasyonu. Amerikan ordusu, bulgulara göre, daha 1960'larda bile, bir
yakınlaşma/ yakınsama (convergence) modeli üretmiş, sivil kesimle/ toplumla ordu arasındaki ilişkilerde bir yakınlaşma görülmüştü. Bu militarize bir sivil toplumdan, askerin/ ordunun sivilleşmesine geçişti.
***
Şimdi bu teorik ve metodik analizi, Janowitz'in çığır açan kitabından
50 yıl sonra
Türkiye'ye uygulayalım ve geçen hafta sonu yaşananları bu ışıkta değerlendirelim.
***
Çekilen sancının, yaşanan sıkıntının altında iki önemli unsurun
olmadığını kim söyleyebilir?
Biz hâlâ
ordunun profesyonelleşmesiyle uğraşıyoruz, bu bir. Aynı şekilde
ordunun siyasallaşmasıdır bugünkü sorun. Yukarıda,
"ordunun siyasallaşması" derken ürkmemek gerektiğini belirttim. Nedeni çok açık: eğer siyasallaşmazsa ordu içine dönük, dışına kapalı bir kurum olarak profesyonelleşememekte, aşırı mutlakiyetçi bir yapı içinde kalmakta, mutlak disipline bağlı bir ilişki ağına mahkûm olmaktadır.
Ordunun yenileşmesine engel bir düzen olduğu kadar bu, ordunun siyasete ve sivilleşmeye
müdahalesini de doğuran ve o müdahaleleri askerin gözünde meşrulaştıran bir mekanizmadır.
İkincisi, siyasallaştığı, siyasal otoritenin kontrolü altına girdiği, profesyonelleştiği ölçüde ordu sivilleşmekte, böylece
sivil toplumun militarizasyonu gerilemektedir.
***
Türkiye'nin bir an önce sonuna kadar götürmesi gereken koşul budur.
Van der Goltz Paşa'nın getirdiği
"milleti müsellaha", silahlı/ silahlanmış toplum anlayışının da,
Yahya Kemal'in ürettiği ve yakın zamana kadar Türk sağının çok beğendiği, benimsediği
"ordu millet" kavramının da artık unutulması, aşılması zorunludur. Böylece o askeri/ militer toplum ortadan kalkacak, tabiri caizse
sivil toplum sivilleşecek, demokratik devlete geçilecektir.
Nasıl yorumlanırsa yorumlansın, teori ortadadır. Hiçbir zaman tümüyle
ordu dışı bir pozisyonu
savunmamış olan
Janowitz, onunla aynı zamanda aynı konuda çok etkili bir kitap yayınlamış
Huntington bile bu kadarını söyledikten sonra Türkiye'de ordunun kendisini bu yönde gözden geçirmesi şart. Sivillerin, siyasal otoritenin kendini yeniden değerlendirmesi de bir o kadar gerekli.
Mutlakiyetçi bir yapının devamı topluma ve siyasete verdiği zararın dışında ordunun kendisine de derecesiz zarar vermektedir. O nedenle şu yaşananlar, sivil otoritenin orduya hâkim olması, bir
yakınsama olarak değerlendirilmelidir. Bir
siyasallaşma,bir
sivilleşmedir bu ve sevindiricidir.
Kitaplar böyle diyor!