Avrupa bugün Türkiye'de ne ifade ediyor? Hâlâ kimliğimizin "kurucu" elemanı olarak görülebilir mi? Dolayısıyla şu bizim geleneksel Doğu-Batı sorunumuz devam ediyor mu? Bir dönem, her türlü entelektüel ihtiyacımıza cevap veren, neredeyse "kurtulursak ne tartışırız" diye düşündüğümüz "medeniyet buhranı" bugün de sürüyor mu?
***
Bu soruların hepsine olumsuz, dolayısıyla Türkiye bakımından olumlu bir cevap verebilirim. Yani, Avrupa, bir varlık olarak Türkiye için elbette şu veya bu düzeyde bir anlama sahiptir. Türkiye'nin
objektif ve nötr ilişkiler bakımından Avrupa'yı yok saymasının bir anlamı yok. Politik, diplomatik ve ekonomik ilişkilerin bugün de düğüm noktasını Avrupa meydana getiriyor. Bununla birlikte
"bilinç", dolayısıyla
kültür düzeyinde Avrupa toplumunun büyük bir kesimi için fazla bir anlam taşımıyor.
Taşıyamaz da. Avrupalılaşmak, Batılılaşmak Türkiye'de uzun bir serüvendir. Tanzimat'a kadar inen köklerini biliyoruz. Doruk noktasını Cumhuriyet dönemi, hatta 1940'lar meydana getirir. Onun da kendine özgü koşulları vardır. Fakat 1980'lerden sonra rüzgâr farklı esmeye başlamıştır. 2000'lerde ise
Avrupa düşüncesi denen, muğlak olmasına rağmen bazı manalar ihtiva ve ifade eden kavramda meydana gelen değişiklikler
"dışarıdan", Türkiye'nin özgüvenini kazanması ve
modernleşmesini çok farklı bir model üstüne oturtması
"içeriden", Avrupa- Türkiye ilişkisini bilinç düzeyinde alt üst veya ters yüz etmiştir.
***
Avrupa düşüncesi, evvela Avrupa'da ve bilhassa Amerika'da,
Oryantalizm sonrası,
koloniyalizm sonrası çalışmalarla mahkûm etmiştir. Hellen uygarlığından sürüp gelen, demokrasinin beşiği, yüksek bir kültürün yaratıcısı olarak görülen Avrupa'nın bir
sömürgeleştirici güç olarak neler ifade ettiğinin ortaya dökülmesi çok şeyi yerli yerine oturtmuştur. Türkiye'de baştan beri Avrupa karşıtı çevrelerin çok severek kullandığı
Spengler'in
Batı'nın Çöküşü kitabından çok daha ileri giden bir eleştiridir bu ve
post modern ve
yapısalcılık sonrası düşünce akımlarının bu tek parça, su katılmamış Avrupa "gerçeği" nin çözümlenip anlaşılmasında çok büyük katkısı olmuştur.
İkincisi, Türkiye'deki model değişikliğidir. Bu her şeyden daha önemlidir. Bütün Cumhuriyet tarihinin kültürel ve sosyo-kültürel bakımdan en önemli dönemecinden geçiyoruz. Avrupalı olarak, Avrupalıya benzeyerek kendisi olan bir yerlilik düşüncesi, modernleşme düşüncesi 1980 sonrasında adım adım saha dışına itilmektedir. Türkiye'de bugün o modelin en önemli kurucu unsuru olan
sekülarizmin tanımında ve uygulamasında meydana gelen değişikliklerden sonra modernleşmenin hakiki manada
"yerel" biçimleri söz konusudur artık. O da kimliğin kendisine ait özelliklerinin yeniden keşfini doğuruyor.
***
Bu nedir? Muhtemelen Türkiye'nin ilk özgün
burjuvazisinin ortaya çıkmasıyla birlikte (henüz olmuş bitmiş değildir, bir nüve, bilemediniz bir filiz halindedir) ülkenin kendi bilincini araması (evet, araması, bulunmuş değildir o bilinç henüz) ve hızla bir senteze yönelmesidir. Etrafımızda gördüğümüz estetiğin tek kelimeyle
"kiç" olarak nitelendirilecek yapısının altında yatan en önemli neden budur: senteze giden yoldaki çocukluk hastalıkları.
Kiç kötüdür ama sosyolojik olarak ifade ettiği anlam önemlidir. Bugünkü Türkiye'de bir
"durum" olarak bir gerçekliğe tekabül ediyor ve çok önemli bir özelliği var: Türkiye, Avrupa'yı artık içine sindirdiği, bilincine yerleşmiş, neredeyse
"doğal" öğe olarak görüyor. Avrupa düşüncesi, modernleşmenin kaynağı olan bütün o materyalizmi, sekülarizmi ve pozitivizmiyle bilincinde çok somut olarak mevcuttur. Ama artık ne bir hedeftir ne de diğer unsurları örtecek şekilde öne çıkan bir faktör. Şimdi olması gereken oluyor: o faktörler birer
yöntem olarak ele alınıyor. Birer
ereksel (teleolojik) gerçeklik olarak değil.
***
Avrupa'nın konumu bu Türkiye'de. Dolayısıyla
Doğu-Batı türünden, medeniyet
"inkırazı" türünden sorunlar da aşılmış oluyor. Ne bir umursamazlıktır söz konusu olan, ne bir küstahlık ne de bir şımarıklık. Sadece taşların yerine oturması diyelim. Toplumsal dönüşümün bir üst kademesine geçiş.
Bu durumdan rahatsızlık duyanlar vardır ve öyle anlaşılıyor ki, "kriz" onlar için geçerlidir.