Yakın çevremdeki bazı insanlar, son seçimde Baykal sonrası dönemin yenilikler getireceği düşüncesiyle CHP'ye oy verdiler. Aralarında daha önce bu partiye hiç yönelmemiş olanlar da bulunuyor. Fakat son olaylar karşısında şaşkınlığa ve kırgınlığa sürüklediler. Onları üzülerek izliyorum.
Bu durum karşısında "AK Parti'ye karşı seçenek ne" diye sorar oldular. Geçenlerde bunlardan birisiyle karşılaşınca en nihayet, "AK Parti'nin kendisi seçenek" dedim.
Düşünürsek bunun yanlış bir yargı olmayacağı anlaşılabilir. AK Parti'nin ilk kez seçim kazandığı 2002 yılının öncesindeki "merkez" partilerinin durumunu, Türk siyasetinin içinde bulunduğu koşulları anımsayalım. Halk, AK Parti'yi seçenek olarak görüp iş başına getirdi. Ondan sonra da öteki merkez partilerinin hiçbiri ayakta kalamadı. Hepsi silindi gitti. Şimdi o partilerden sadece CHP var ortada. Bana kalırsa seçim kampanyasının son bölümünde yakın dönem siyaset ortamının hiç tanık olmadığı kadar ve hiç duymak istemediğim kadar söylemini kesinleştirmesine rağmen halk gene AK Parti'yi "seçenek" olarak gördü. Bu defa Türkiye genelinde CHP-MHP ittifakına, GD Anadolu'da da BDP'ye karşı.
Bu saptamanın bana göre önemi şurada. CHP'nin akıl almaz ölçüde içine kapanmasına ve hiçbir makul demokratik toplumda kabul edilmeyecek tavır ve tercihler içine girmesine karşın AK Parti hâlâ toplumsal değişimi ve o eksendeki dinamikleri temsil ediyor. Bunun çok basit bir neden var: AK Parti, pragmatist, modernleştirici bir parti olarak ortaya çıkarken geçmişinden getirdiği, onu geçmiş tarihçelere bağlayacak, öteden beri getirdiği bir kimliği, bir "bagajı" yoktu. Bu rahatlığın verdiği hareket kabiliyetiyle toplumsal iyinin, ortak aklın ve pragmatik doğrunun işaret ettiği yöne gitmekten, gidebildiği ölçüde, kaçınmadı. "Milli Görüş gömleğini çıkardık" sözünün gerçek manası da işlevi de buydu.
Oysa aynı şeyi CHP yapamıyor. CHP, bırakın uzak geçmişini, Tek Parti yönetimini vs., Baykal döneminin zafiyetlerinden bile kurtulamıyor. Kılıçdaroğlu'nun kimseye sormadan aldığı parlamentoyu boykot kararıyla Baykal'ın "Stalinist" sultası arasında bir fark yoksa bunu partinin onu geçmişine bağlayan zincirleri kıramaması diye görmek gerek. Doğal; Kılıçdaroğlu bir değişim talebini temsil etti ama bir değişim sürecinin ertesinde ortaya çıkmadı. Doğal; tarihselin şiddetle değiştiği bir dönemde CHP gelenekçi bir parti olarak kaldı. Tarihsel olan değişir, geleneksel olan değişemez.
Ahmet Altan geçen hafta yazdığı bir yazıda Haberal'dan söz ederek onun için CHP'nin gösterdiği asabiyeti sorguluyordu. Birçok başka yazarlar da aynı noktaya değindi ve CHP ile Haberal arasında ne ilişki olabileceğini sordu. Doğrudur, tıpkı Süheyl Batum, Sezgin Tanrıkulu gibi, Haberal da daha önce CHP'li değildi. Ama Haberal'ın savunduğu zihniyetle Baykal döneminde, 1993 sonrasında adım adım şekillendirilmiş, para-militer yapının ve devletçi bürokrasinin partisi haline gelmiş CHP arasında bir fark olabilir mi?
Haberal aday gösterilene kadar CHP'li değildi ama düşünceleriyle, arayışlarıyla CHP'ninkiler arasında Çin Seddi mi vardı? Hayır yoktu. Haberal'la CHP birbirlerine birbirleriyle özdeşleşecek kadar yakınlaşmıştı. Demirel'in, Cindoruk'un CHP için çalışıp ona oy vermelerini açıklayacak başka bir karine yok elimizde. O kadar yok ki, Kılıçdaroğlu'nun "Ergenekon'un adresini söyleyin gidip kayıt olalım" sözüyle, Baykal'ın Ergenekon savunusu tıpatıp birbirinin özdeşi olan ifadelerdir.
Ortada bir gerçek var: CHP siyaseti artık bellidir. Haberal'a dönük bu teveccühün, iltifatın demokratik bir "hukuk" arayışına bağlı olmadığı da anlaşılıyor. O zaman bir protesto eylemi içinde çok daha fazla sanık aday gösterilseydi. Durum bu hukuk arayışını çok aşmaktadır. Belki de Haberal o partinin başına hazırlanmaktadır. Gerçekleşmesi halinde, CHP koşullarında, kimsenin şaşamayacağı bir sonuç olur bu. Ve keşke öyle olsa. Bu parti de toplum da yaşadığı şizofreniden kurtulsa. Sol şizofreniden, sosyal demokrasi şizofrenisinden, endişeli modernler şizofrenisinden...
Bütün bunlardan sonra, bazı isimlerin seçimden önce o partiye devşirilmesinin şu şizofreni dediğim zihin bulanıklığını yaratmaktan başka hiçbir anlamının, amacının olmadığı görülüyor. CHP belli bir hedefe yöneltilmiştir ve o doğrultuda ilerlemektedir.
Siyasal dönüşüm 2002 seçimleri sonunda merkez sağ partileri kenara itti, toplumsal dönüşümün de CHP'yi yuvadan atacağı, bu gidişle, aşikârdır.