Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

AB gene nereye gidiyor?

Avrupa Birliği dağılıyor mu? Bu soruyu o kadar sıklıkla ve her düzeyde sormaya başladık ki, genel kanı AB'nin giderek dağılacağı, hatta yakın bir gelecekte buharlaşacağı olarak kamuoyunca benimsenmeye başladı. Sadece Türkiye'de değil, AB ülkelerinde de, AB işleyişi konusunda o kadar çok kafadan o kadar değişik ses çıkıyor ki, ortalama vatandaşın da AB'ye güveni sarsılmış gibi duruyor.
Garip bir saptama yapmama müsaade edin. Bu hiç de yeni bir şey değil. Efsane Komisyon Başkanı Jacques Delors, AB konusunda geçmişte hiçbir zaman var olmamış bir "devr-i saadet" özlemi içinde olmamak gerektiğini çok açık sözlü biçimde ifade etti. AB'nin doğma, büyüme ve gelişme dönemleri, aslında Avrupa ülkelerinde halkın farkına varmadığı biçimde gelişti. İki kutuplu bir dünyada, soğuk savaş ve sonrasının koşullarında, kamuoyu silahsızlanma, savaşı engelleme gibi konularla ciddi biçimde ilgilenirken, kimsenin aklına Avrupa Komisyonu'nun yetkilerini tartışmak ya da üye ülkelerin bütçelerini kontrol etmek gelmiyordu.

AB başarıyı nasıl yönetmeli?

AB, bu göreceli ilgisizliğin yarattığı ortamda, çok büyük ölçüde bir ulus-devletler konfederasyonu gibi gelişti. Federatif bir Avrupa isteyenler yok muydu? Her zaman oldu ancak hiçbir zaman, Birleşik Avrupa Devletleri fikri, kamuoyunda ciddiye alınmadı, hiçbir zaman bütünleşmenin gündemine gelmedi. AB'yi bugünlere getiren iki önemli husus vardı: Birincisi, belki de en önemlisi, AB'nin büyük bir mastır plan çerçevesinde hazırlanan, atacağı her adımı önceden öngören bir anlayış değil, pragmatik, günün sorunlarına çözüm arayan, istişare mekanizmasını daima öne çıkaran bir anlayış oldu. Bu son derece önemli bir yaklaşım biçimiydi ve başarısını ispat etti.
İkinci önemli husus, "topluluk yöntemi" adı verilen, büyük ölçüde Avrupa Komisyonu'nun son derece özgün yapısı ile bütünleşen işleyiş ve gelişme biçimiydi. Bu yöntem, AB'yi, zaman içinde Birleşmiş Milletler gibi büyük ölçüde etkisiz bir uluslararası platform olmaktan kurtardı.
Bugünün temel sorunu, AB'nin başarısızlığı değil, başarısını nasıl yönetmesi gerektiği konusunda henüz bir fikir benimseyememiş olmasıdır.
Maastricht Anlaşması ile işleyişi ve çerçevesi belirlenen Ekonomik ve Parasal Birlik, aslında Berlin Duvarı'nın yıkılacağını ve tüm Avrupa kıtası ülkelerinin birleşebileceğini düşünmeden hazırlanmış bir yapının ürünüydü.
Bu nedenle, AB'nin genişlemesi ve aynı anda derinleşebilmesi için, en baştan beri süregelen bir temel ilkeden vazgeçildi. Artık her üye ülke, aynı hızda bütünleşmeyebilecekti. Bunun gerçekleşebilmesi için, "derin işbirliği" denilen bir sistem geliştirildi, en az sekiz AB ülkesi, Komisyon'un olumlu görüşü ve diğer üye ülkelerin de onayını almak kaydıyla, kimi alanlarda daha da yoğun bir işbirliği ve derinleşmeye gidebileceklerdi.

Yangını söndüren itfaiyeciler

Bu yaklaşım sayesinde, Euro kullanan ülkeler bir merkez çekirdek oluşturacak, ancak sadece ekonomik ve parasal birlik konusunda değil, başka alanlarda da bütünleşmelerini daha ileri götürme fırsatı bulacaklardı.
Bu sistem hiç uygulanmadı. Bugün dahi, Ekonomik ve Parasal Birlik üyesi ülkelerle diğer üyeler aynı biçimde davranmaya çalışıyor, bu da ciddi sorunlara yol açıyor.
Her şeyden önce AB'nin, topluluk yöntemi konusunda bir karara varması, ortak ekonomik bir yönetişim uygulanması için olmazsa olmaz adım olarak duruyor. AB ülkelerinin önde gelen liderleri bunu ne kadar çabuk anlarlarsa, o denli hızlı çözümler oluşturulabilecek. Delors'un son bir demecini tekrarlamak gerekirse, AB'deki yangını söndüren itfaiyeciler görevlerini yaptılar, şimdi sıra AB'nin yeni işleyişini oluşturacak mimarlarda...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA