Dünya, 1980'den bu yana çok değişti. İletişim teknolojisinin ve küreselleşmenin bu boyutlara gelebileceği ve bu kadar kısa sürede yayılabileceği düşünülmemişti. Ulusal çerçevede düşünmeye kurgulanmış mantığımız, bu değişime pek ayak uyduramadı. Artık uyandığımızda sabah haberleri, eskiden çok az sayıda iktisatçıyı ilgilendiren kimi göstergeleri en önemli gelişme olarak veriyor. ABD'de kişisel tasarruf oranının nasıl değiştiği, Çin Halk Cumhuriyeti'nin son çeyrek büyüme rakamları, AB ülkelerinde işsizliğin nasıl geliştiği, Alman ekonomisinin ihracat performansı gündelik yaşantımıza girdi, çıkması da zor görünüyor.
Sosyalist sistemin ortadan kaybolmasıyla, bütün dünya tek büyük bir liberal pazarmış gibi ele alınmak istendi. Bu önemli ölçüde gerçekleşti de, ama liberal bir pazarın da çok ciddi sorunlar çıkarabileceği hususunu unutmayı tercih etmiştik. Şimdilerde sistem bize kendini hatırlatıyor.
Bu yeni küresel sistemi açıklamak için yapılan analizleri, öngörüleri anlamak doğrusu kolay değil. Garip bir lisan gelişti, özellikle görsel medyada. Borsa haberleri, onların analizleri direnç noktalarından, satış baskılarından, ABD'den gelecek iyi ya da kötü haberlerden bahsederek, ortalama izleyicinin dünyada neler olup bittiğini anlamasına pek olanak vermiyor.
İnsan, anlamadığı terimlerle ifade edilen düşüncelere genel olarak ciddi bir derinlik atfeder. Bu anlayamadığımız dünyayı bizlere aktaran büyük ekonomi uzmanları son yirmi yılda çok öne çıktı: insanlara ekonominin geleceğini anlatmaya ve onların görüşlerini yönlendirmeye çalışıyorlar. Antik çağların kâhinleri, günümüzde ekonomi guruları ile yeniden vücut bulmuş görünüyor. Yalnız antik çağlardan beri değişmeyen bir sorun var: bir kâhinin söylediği bir diğerininki ile çelişebiliyor. O zaman ne yapacağız? Genel olarak insanlar duymak istedikleri hususları dile getiren öngörüleri ve analizleri beğenir.
AB içinde olanlar, Euro bölgesi ile ilgili değerlendirmeler, AB'nin geleceği konusundaki saptamalar da bu kalıba gayet uygun biçimde cereyan ediyor. Euro bölgesinin zaten çok katı ve esnemeye pay bırakmayan kurallardan oluştuğunu söyleyenler, şimdilerde "bak ne demiştik" havasındalar.
Kimileri daha az kötümser, bu gelişmelerin kötü yöne gitmesinin önlenebileceğini öne sürüyor, zaten AB ülkelerinin çok ciddi bir fon oluşturmaya başladıklarına işaret ediyor. Önemli sayıda yazar, araştırmacı ve akademisyen ise, Euro sisteminin bir yol ayrımına geldiğini, AB ülkelerinin vergi uyumlaştırması başta olmak üzere, çok daha iç içe bir sistem içinde olması gerekliliğine işaret ediyor. Hangi senaryoyu seçeceğiniz, beğeneceğiniz size kalmış bir durum. Gene de, bütün değerlendirmelerin ortak bir yönü var: AB'nin karar alma sürecindeki yavaşlık ve hantallık, belki çok daha az bir meblağ ile söndürülebilecek Yunanistan yangınını, devasa bir orman yangını haline getirmiş bulunuyor. Bu konuda tüm değerlendirmeler bu saptamayı yapıyor.
AB, gerçekten Birleşik Avrupa Devletleri gibi bir yapıya sahip olsaydı, bu bütçe açığı ve aşırı borçlanma krizine daha çabuk tedbir alabilir miydi? Hükümetler, genelde uzun vadeli kararlarla seçmeni sıkıntıya sokmaktan kaçınır. Örnek olarak bizim 1994, 1999 ve 2001'de yaşadıklarımız hatırlatılabilir. AB tek bir hükümetle idare edilseydi krize farklı mı yaklaşırdı sorusunun kolay bir cevabı yok.
Kriz yönetiminin tüm faturasını da AB işleyişinin kısıtlamalarına bağlamak da bence çok doğru değil. Kötü yönetişim, AB üyesi de olsanız, Euro içinde de yer alsanız, sizi ciddi krizlerle mutlaka bir noktada tanıştırıyor. Bu krizlere vereceğiniz yanıt ne kadar geç olursa, ne kadar tereddüt ederseniz, 1938'de Çekoslovakya'nın yok edilmesi karşılığında Hitler'i durduracağı ümit edilen Münih Antlaşması'nda olduğu gibi, hem barışı, hem de onurunuzu kaybetmeniz tehlikesi o kadar yüksek oluyor. Seçmenlerinin tepkisini düşünerek Yunanistan için kredi verme konusunda iyice geciken, sonra bütün kredileri vermek zorunda kalan, bunun üstüne bir de Kuzey Ren Vestfalya eyalet seçimlerini kaybeden Şansölye Merkel, muhtemelen şu sıralar benzer düşünceler içinde bulunuyordur.
Küreselleşen dünya, giderek daha fazla iktidarları sorgulayan seçmenler yaratıyor. Eskiden olduğu gibi Türkiye'nin AB adaylığına karşı çıkmayı ucuz seçim malzemesi olarak kullanmak artık para etmiyor. Daha ciddi politikalar oluşturmak gerekiyor. Benimkisi hatırlatma...