Yıllardır AB konularında çeşitli inceleme, araştırma ve makale kaleme almak, yazmak fırsatım oldu. Kendi konuşmalarımı hazırladım. Hukukçu kimliğimle çok mütalaa yazdım. Ancak önemli bir günlük yayında, haftada bir gün makale yazmak gibi bir sorumluluğun altına girebileceğimi düşünmemiştim. Hayatta yapacağımızı hiç düşünmediğimiz birçok şey gibi, haftalık yazı yazma teklifi de bana iletildiğinde coşkuyla hemen "Evet" cevabı verdim. Ve SABAH okurları karşısındayım.
AB ile ilgili konular, gerek ele alınış biçimi, gerek yarattığı karşıtlıklar açısından, aslında Türkiye'de sıklıkla gündeme gelmeyen, gündeme geldiğinde de bambaşka tartışmalara yol açan konular haline geldi. Benim paylaşmak istediklerim ise, Brüksel'deki AB dünyasının koridorlarında, salonlarında, ofislerinde tartışılan, çoğu zaman da son derece önemli etkileri sessizce yaratacak düzeyde olan yoğun ilişkilerin bilinmeyen, her zaman görünmeyen, belki ilk anda akla gelmeyen, uzun soluklu analizleri...
Türkiye, on yıldır artan biçimde gerek AB'nin, gerek bölgesinin gündemini takip eden değil, gündemi sıklıkla yönlendiren bir konuma doğru yükseldi. Son yıllarda bu yeni dinamik ve karmaşık dış ilişkiler, bizlerin olduğu kadar AB ülkelerinin de giderek artan bir merakla izlediği bir bütün oluşturdu. Bu gelişmenin süreceğini, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesinden aldığı gücü bölgesine istikrar ihraç etmek için giderek daha fazla kullanacağını tahmin etmek zor değil. Sadece son iki haftadaki gelişmelere baktığımda, her hafta makale yazabilmek için konu düşünmekten çok, hangi konuları eleyip hangi konuları işlemeye karar vermenin daha ciddi sorunlar çıkaracağı hissiyatındayım.
Başbakan'ın Fransa gezisi, son derece gergin ilişkilerin kısa sayılabilecek sürede çok daha verimli boyutlara çekilebilmesinin örneği olarak karşımıza çıktı. Türkiye ile Fransa, iki yıldan kısa bir sürede ticaret hacimlerini yüzde elli artırma kararı aldıklarını açıkladı. Avrupa'da işsizliğin kol gezdiği ve yatırımların durma noktasında olduğu bir dönemde, Le Monde'dan Le Figaro'ya, tüm medyanın gündemine düşen bu karar, bomba etkisi yaptı ve Başkan Sarkozy'nin bir an önce Türkiye'yi ziyaret etmesi gerektiği tüm siyasi hareketlerce dile getirilir oldu.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in, son derece gergin ve hasmane başlayan Türkiye gezisinin, kısa sürede, tüm AB medyasını da şaşırtan biçimde fevkalade olumlu hale gelmesi, Sarkozy'ye de Türkiye seyahati gerçekleştirmesi konusunda mutlaka itici güç oluşturdu.
***
İki önemli AB ülkesi ile gelinen olumlu noktanın etkisi silinmeden, Ermenistan'la çıkmaza girmiş görünen ilişkiler, özel temsilci olarak Erivan'a giden Dışişleri Müsteşarı Sinirlioğlu'nun hazırladığı zeminde birdenbire hareketlendi. Geçen hafta, Ermenistan'ın eski Cumhurbaşkanı Petrossian'ın Azerbaycan ve Ermenistan'ın, Azeri topraklarının işgalinin sona ermesi konusunda genel çizgileriyle anlaşmaya vardıkları ile ilgili sözleri eğer ciddi ise, kısa zamanda bu ilişkilerin hızlanacağını düşünebiliriz. ABD gezisi, Başbakan'ın bu gezideki temasları ve ortaya koyduğu strateji; Türkiye'nin üzerine çevrilen sahne ışıklarını, hayli güçlendirecek görüntüsü veriyor. Kıbrıs'ta ise tüm gözler, Cumhurbaşkanlığı seçimine ve çözüm sürecinin akıbetine odaklanmış durumda, herkes nefesini tutarak KKTC seçimlerini bekliyor.
Bütün bu hıza AB'nin genelde karar almak için ciddi zamana ihtiyaç duyan mekanizması ayak uydurabilecek mi? Komisyon'un, Daimi Temsilciliklerin, Parlamento'nun koridorlarında ve toplantı odalarında neler konuşulacak? Bugüne dek AB-Türkiye ilişkileri, büyük ölçüde Brüksel'in omuzlarında taşındı dersek yanılmış olmayız. Avrupa Komisyonu, nerede ise tek başına, üye ülkelerden yükselen sorumlu ya da sorumsuz görüşleri bastırmakta, tarihinde hiç olmadığı kadar siyaseten aktif tutum sergilemek zorunda kaldı. Avrupa Parlamentosu, geleneksel olarak Türkiye konusuna muhalif yaklaştığı halde, üye hükümetlerin gündeme almak istemediği konular üzerine cesaretle gidebildi. Ne var ki, İspanya, İsveç ve İngiltere'nin kararlı, uzun vadeyi gören karakterli tavırları dışında üye ülke hükümetleri, bu konularda en hafif deyimiyle edilgen bir tutum benimsemeyi yeğledi.
Türkiye'nin önündeki engelleri dikkatle yönettiği bir düzlemde, AB içinde Fransa ve Almanya'nın tavırları nasıl bir gelişme gösterecek? Tüm bu gelişmeleri önümüzdeki haftalar ve daha da ötesine giden aylarda sizlerle paylaşmak benim için büyük bir mutluluk olacak.
Bu bir merhaba yazısıydı. O halde hepinize yürekten ve heyecanlı bir "merhaba" diyerek yazıyı noktalamak gerekir...
Haftaya görüşmek üzere...