Hikâyeyi Cemil Çiçek'ten dinledik.
"Anayasa üzerine" sohbet ediliyordu.
Bazen toplumun değişik kesimlerinden "Anayasa konusunda dikkate alınacak öneriler" geliyor.
Bazen de "kişisel talepler" sanki önemli bir Anayasa sorunuymuş gibi "Meclis Başkanı'na aktarılıyor."
Bazen ise "kimin ne dediğini kimse anlamıyor."
Cemil Bey "hikâyeyi" işte böyle bir ortamda/ sohbette anlattı.
Adam sağırmış.
Karısı da sağır... Kızı, o da sağır.
Herkes adamla dalga geçermiş.
Adam, bahçesine duvar yapıyor... Ama konu komşu "şurası eğri, burası kısa" diye eleştiriyor.
Derken... Bir yabancı oradan geçerken "selamünaleyküm, kolay gelsin" demiş, yoluna devam etmiş.
Adam "yine kendisiyle dalga geçildiğini sanıp", yabancının arkasından bağırmaya başlamış:
- Eğriyse eğri... Kısaysa kısa... Sana ne... Yetti be... Herkes benimle uğraşıyor.
O sırada karısı, adamı yemeğe çağırmak için pencereyi açmış.
Bakmış ki kocası öfke içinde... El kol hareketleri... Bağırıp çağırmalar. Kocasının "yemeği beğenmediği için kendisine kızdığını" sanmış.
Bu defa kadın sesini yükseltmiş:
- Yeter artık... Eve et mi getirdin ki, et yemeği istiyorsun?.. Evde ot var, ben de ot yemeği pişiriyorum.
Bu sırada... Kızları eve gelmez mi. Annesiyle babasının "kendisi ile ilgili bir konuda" kavga ettiklerini zannetmiş.
Ve "yeter" demiş:
Benim için birbirinizi yemeyin.
Beni kim istiyorsa ona verin.
Marangoz... Bakkal...
Kasap... Elektrikçi... Allah kime yazdıysa onunla evleneyim.