Derbiyi oynamak ayrı, yaşamak çok daha farklı. Ali Sami Yen'in baskılı havası içinde, maçı hissedip, kimyasına uyduran takım Fenerbahçe olunca, farklı beklentilerin taca çıktığı, beraberliğin gölgesinde şekillenen bir maç başladı.
Alex'in bile kendi yarı alanından çıkmakta imtina ettiği disiplin içinde Fenerbahçe bir anda sahayı kontrolü altına aldı.
Jo, Giovani, Keita ve Elano dörtlüsü ile topun arkasına geçemeyen Galatasaray, sahasında yaratması gereken baskıyı, bir başka derbiye ertelemek durumundaydı. Ardasızlığın ıstırabında, varlıksız hale gelip, Fenerbahçe'nin oyununa katkıda bulunuyorlardı.
Aziz Yıldırım, Samandıra günlerinde takımını bu görüntüye kurguluyordu. Sahada savaşmaları, iyi oynamalarına gerek kalmadan tarihin kopyalanması sürecini başlattı. Fenerbahçeli oyuncular bu maçın önemini, kaybetmemenin değerini, kazanmanın getirisini çok daha biliyor ve hissediyordu. Onlar derbiyi yaşıyorlardı, diğerleri ise sadece oyuncusuydu.
Günlerdir bir satranç izleyeceğimizi düşünürken, "vido"nun bile çekilmediği "tavla"ya dönen, heyecan dozunu yükseltemeyen ama gerilimini eksiksiz koruyan bir sahnedeydik hepimiz.
Risk almaya yüreği yetmeyenler topluluğu içinden; Selçuk, kaygan zemini, üstüne baskı yapan Elano'nun, top kendisine çarmasın diye yerlere kadar eğildiği bir anda değerlendirdi. Çok da sert vurmadı ama Leo Franco'yu fena avladı.
MÜTHİŞ KREDİ KAZANDILAR
Ali Sami Yen "tanıdık" olduğu ama karşılaşmayı ummadığı bir kabusun ortasındaydı. Rijkaard, zaten Arda-Topal değişikliği ile elinde tutamadığı orta sahayı tamamen rakibine teslim etmişti. Sahada sarı-lacivert gölgenin düşmediği tek bir çimen parçası bırakmadan savunma organizasyonu vardı artık. Nafile oynanıyor gibiydi kalan dakikalar...
Fenerbahçe artık kendi tanıdık oksijenine, şampiyonluk havasına yeniden kavuştu. Milyonlarca taraftarının gönlüne çiçekler serperek, kalan haftalar için müthiş bir kredi elde etti, güven tazelemesi yaptı. Artık kendi önüne bakabilecek, rakiplerinin çekişmesini izleyip pusuda bekleyecek.
Ne lig oynanıyor be...