Gazeteci, kendisine kimliği saklı tutulması kaydıyla görüş, bilgi ve belge veren (veya "sızdıran") kaynakların adını vermek zorunda mıdır? Hangi hallerde vermek zorunda kalır?
Türkiye'de özellikle devlet kurumları içinde varlığı iddia edilen "çeteleşme", yasadışı organize işler veya yolsuzluklar gibi durumlarda medya, giderek artan ölçüde ve şeffaflığın olmayışı nedeniyle çoğu kez haklı olarak "kimliği saklı kaynaklar" kullanıyor. Meslek dışı kurumsal veya siyasi sadakati her şeyin üzerinde sayan bir kesim, "neden servis edildi?" diyerek, bu hakkı tamamen anlamsız kılmaya çalışmaktaysa da, demokratikleşmede bu tür kaynak kullanımının -meslek ilkelerine uygun olarak kullanıldığı sürece- elzem olduğu şüphe götürmez.
Onun için, saptırma amaçlı tartışmaları bir yana bırakarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) hayli yeni olan, bir örnek kararına bakmakta yarar var.
Kasım 2007 tarihli Voskuil-Hollanda Davası, yaptığı iki haberde kimliği saklı kaynak kullanan, bunları açıklamadığı için 17 gün tutuklu kalan bir gazetecinin başvurusu üzerine AİHM'de sonuçlanmıştı. Gazeteci K. iki itirazla AİHM'ye başvurmuştu:
Kaynağını açıklama hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10'uncu maddesine aykırıdır.
Bu nedenle tutuklanması da yine AİHS'nin 5'inci maddesine aykırıdır.
Davaya konu olan olay, özetle şöyleydi:
Amsterdam'da alt mahkeme, Mart 2000'de üç sanığı silah kaçakçılığı nedeniyle suçlu bulur. bir cephaneliğin "tesadüfen" bulunması, karara yön veren kanıt olarak gösterilir. Dava üst mahkemeye gider.
Bu aşamada, gazeteci ve bir muhabir arkadaşı, bu "tesadüfleri" sorgulayan iki araştırma haberi Eylül 2000'de Spits gazetesinde yayımlarlar. Burada bir polis memurunun, silahların bulunmasına kuşku düşüren "bazen soruşturmada, onu 'yarmaya' ihtiyaç olabilir" sözlerine yer verilir.
Bunun üzerine, sanık avukatları gazetecileri tanık olarak çağırır. Avukatlar bu görüşün sanıklar lehine olacağından ötürü, savcı da polisin bulunmasının hem kanıtların gerçekliği hem de polis teşkilatının "onuru" açısından, gazetecileri açıklamaya zorlarlar. Ortak argümana göre, soruşturmanın "selameti", kaynağı açıklamama hakkından üstündür.
Gazeteci ısrarını sürdürür, gazetecilik ve ifade özgürlüğünün yararının diğer yararlardan üstün olacağını, kimliği açıklarsa "anonim" kaynakların sadece kendisine değil, başka hiçbir gazeteciye korkudan bilgi veremeyeceğini, bunun da kamu yararına ifşaatlara sekte vuracağını öne sürer.
Yargıç gazetecilerin toplumda yanlışları ortaya çıkarma hakları olduğunu kabul etmekle birlikte, "sonuçlarına katlanırlar" der; onu sanıkların yanlış mahkum edilip edilmediğini ortaya koyacak tek tanık olarak gösterir.
Gazeteci ya açıklayacak, ya da tutuklanmayı göze alacaktır.
İkincisini tercih eder (gazeteciler böyle bazı durumlarda kanuna karşı gelirler).
Bu arada cephaneliği arayan sekiz polis de emniyette sorguya çekilmiş, hepsi de o gazeteciye beyanat vermediğine yemin etmiştir.
Gazetecinin avukatı, "gerçeğe ulaşmada gazeteci hukukun en son başvuracağı kişi olmalıdır" dese de, gazeteci tutuklanır ve 17 gün tutuklu kalır. Sonuca ulaşmak imkansız hale gelince, mahkeme tahliye kararı alacaktır. (Bu arada, tutukluluk kararına itirazın olmadığını da belirteyim.)