Önceki akşam ATV'de yayınlanan Başbakan Erdoğan'la yaptığımız söyleşi sırasında siyasetteki aşırı gergin havanın yerini biraz gülümsemeye, biraz da diyaloga bırakmasının gerektiğini yine hissettim.
Aynı ihtiyaç Başbakan Erdoğan'da da fazlasıyla olmalıydı ki, en kışkırtıcı sorularımıza bile gülümseyerek cevap verdi.
Örneğin Deniz Baykal'ın kendisinden 20 yaş büyük olduğunu hatırlatıp, "Bana sen deme siz de" içerikli bir polemiğin fazla anlamlı olmadığını hatırlatınca, Başbakan gülümsedi ve bana teşekkür etti.
Acaba kendisinin genç, Baykal'ın ise yaşlı bir siyasetçi olduğunu vurguladığımı zannederek mi gülümsemiş ve tebessüm etmişti.
Oysa ben "sen-siz" tartışmasının anlamlı olmadığını vurgulamak istemiştim.
Mesela İlyas Salman'ın bir filminde canlandırdığı tip karşısındaki kişiye "Bu lokantanın sahibi sen misiniz" diye sorduğunda, buradaki "sen" ile "siz"in birliktelikleri sizi de güldürmemiş miydi?..
Mesela güftesi Fuat Edip Baksı'ya ait Selahattin Pınar'ın şarkısını dinlerken, şairin "sen" diyecek yerde "siz" demesine takılmaz mıydınız?
"Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz..."
AK Parti ve AKP
Başbakan'la televizyonda yapılan bir söyleşiyi sadece bu konuya ayırmak imkânsızdı.
Ama mesela şu "AK Parti-AKP" karmaşası da bana göre Türk siyasetinin ihtiyaç hissetmediği yeni bir gerginliğin kaynağı oluvermişti.
Başbakan'ın öfkelenmesine rağmen program sırasında da insiyaki olarak "AKP" diyen arkadaşımız Hasan Bülent Kahraman'ı örnek gösterip, bunda bir kötü niyet olmadığını anlatmaya çalıştım...
Ama Başbakan bu "AKP" söyleminin yanlışlığı konusunda kararlıydı.
Hasan Bülent Kahraman'ın da kötü niyetlileri dinleye dinleye "AKP"ye takıldığını düşünüyordu ki, "Ben askerden terhis olduktan sonra da alışkanlık sonucu babama 'komutanım' derdim" doğrultusunda konuştu.
Tabii bu söyleşinin en ilginç yanı, Türkiye'de iktidar olmanın iktidar olmaya yetmediğinin anlatıldığı bölümdü.
Orada da eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in 1980'li yılların başındaki Çin ziyaretinde Deng Şiao Ping'le yaptığı muhayyel konuşmayı hatırladım.
Evren Komünist Çin liderine Türkiye'nin sorunlarını ve Türkiye'yi yönetmenin zorluklarını anlatırken "Köyden kente göç çok hızlandı, şehirlerimiz çok kalabalık" diye dert yanmış.
Milyarı aşkın nüfusa sahip Çin'in lideri Evren'e "Türkiye'nin nüfusu ne kadar" diye sormuş.
Evren bu soruya "55 milyon" cevabını verince Deng gülümsemiş,
- Böyle küçük bir ülkeyi yönetmek çok kolay olmalı, herhalde bütün Türkler birbirlerini ismen tanıyorlardır, demiş.
Ya Çin'de olsalardı
Demek istediğim şu.
İktidar veya muhalefet olmak fark etmez.
Bizimkiler siyaseti Çin'de, Hindistan'da, Endonezya'da, Brezilya'da yapsalardı, öfkelerine uygun hangi üslubu bulabilirlerdi ki?
Bu arada Başbakan'a eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'la yaptıkları Dolmabahçe Zirvesi'nin içeriğini sorunca "Bu zirvenin içeriği benimle birlikte ebediyete intikal eder" çizgisinde bir cevap aldım.
Belki canlı yayında olduğumuzu unutmuştur diyerek "Anlattıklarınız aramızda kalacak" dedimse de fayda etmedi.
Oysa yıllar önce, yönettiğim bir "canlı yayın" tartışmasında konuşmacılardan biri,
"Sayın Barlas... Size söyleyeceğim şeyler, çok özel ve hatta gizli bilgiler... Bunu dikkate almanızı rica ederim" dediğinde ben de "Bu özel ve gizli bilgileri çekinmeden bana anlatabilirsiniz... Anlattıklarınızı, sadece ben ve bu canlı yayını izleyen yüz binlerce kişi duyacak... Söz veriyorum... Bu bilgiler, aramızda kalacak..." diye ikna etmiştim onu.