Bilim, para, eğitim...
Hatta aşk taklidi ilişkiler ve duygular...
Dibine kadar hazlar...
Hepsi geliştikçe gelişecek, yayıldıkça yayılacak ve sonunda nihayet "mutlu" olacağız sandık.
Öğrendik ki, olmuyormuş!
Aydınlanma'ya yönelttiğimiz övgüler içimizdeki karanlık boşluğu dağıtmıyor.
O kadar uzağa gitmeyip gündelik hayata dönelim: Borç harç kurduğumuz yuvalar, büyük duygusal yatırım yaptığımız beraberlikler, peşinden koştuğumuz tatlı meraklar...
Hiçbiri "acı"yı öldürmüyor.
***
Gelecek zaman diye bir şey var. Kahredici bir olgu!
Ama binlerce yıllık insanlık geleneklerinden ve vahiy dinlerinin hikmetinden kopunca bu duygunun tek ilacı olan "
rıza ve teslimiyet"ten de kopuyor insan.
Artık sadece kafayı yastığa koyduğumuz vakitlerde değil...
Neredeyse her an endişe, hatta panik içindeyiz: Ne olacağız? Ne olacak? Ya şöyle olursa, ya böyle olursa?
O zaman gelsin, küçücük hazlarımızın, derme çatma "
iyilik halleri"mizin üzerine deli gibi titreyişler!
Gelsin,
üç kuruşluk keyfimizi bozan ne varsa, ondan nefret etmeler!
***
Yabancı bir derginin kapağında vardı: "
Mutsuz insanları yanınıza yaklaştırmayın!"
Mutsuzlardan düşman gibi söz eden benzer öğütler özellikle bizim kadın dergilerindeki yazılarda da sık karşımıza çıkar.
Güldüm. İçimden "
Bu dergiyi alan çoğunluğu mutsuz kadın ve erkekler ne yapacak?" diye geçirdim.
Bilmem farkında mısınız; gitgide yayılan yeni tür bir
ayrımcılık (belki bir tür "sınıf ayrımcılığı") bu...
Hasta olan ve acı çekenden, ruhsal sıkıntıları olandan, mutsuzluğunu belli edenden, hayatını bir türlü düzene sokamayandan "
uzak dur" diyorlar.
Çünkü onlar keyif kaçırıyorlar!
***
Samuel Butler nam, 19. yüzyıl İngiliz yazarı
Erehwon (Nowhere'in tersten okunuşu) diye bir roman yazmıştı. Oradaki
kafayı mutlulukla bozmuş hayali ülkede ufacık bir nezle, azıcık bir can sıkıntısı bile zindana atılmaya yol açan bir toplumsal suç sayılıyordu.
Veremli birini yargıç şu sözlerle cezaya çarptırıyordu: "Belki bahtsızlığınızdan söz edeceksiniz ama o zaman Cumhuriyetimiz adına size
suçunuzun bahtsızlık olduğunu söyleyeceğim!"
Ben de ne zaman orta yaşlı insanların "
hayattan şikâyet eden yanıma yanaşmasın; beni de hasta ediyor!" deyişine tanık olsam bu romandaki hayali ülkeyi hatırlarım.
Oysa hepsi bir süre sonra, kaçınılmaz olarak en azından ihtiyarlık "
hastalığı"na yakalanacaklar!
***
Şunu kabul etmek zorundayız...
Vazgeçtim mutluluktan falan,
keyif dediğimiz şeyin içinde bir çekirdek vardır:
Endişe çekirdeği!
Korumak istedikçe endişeden titremeye başlarsın. O yüzden çabuk kaçar keyif!
Asıl yapacağımız "
merhamet ve adaletten nasibini almayanlar bizden uzak dursunlar!" denilen kültüre geri dönmektir.
Yapabilir miyiz?