Yazdım ya hani...
Eskiden evlerde "misafire oda" vardı, şimdi bize "yer" yok.
Akşamları "ev hayatı" denilen şey birdenbire aile üyeleriyle televizyon arasındaki ilişki(!)den ibaret olup çıkıyor. Bir kanepeye sığınıyoruz, yemek masasından bile vazgeçmek üzereyiz, işi sehpayla görüyoruz.
Hep bir "manimiz" var.
Bunların hepsi tamam! Hepsi doğru!
Ama çocukluk anılarımızı kurcalayıp azıcık hüzünlü azıcık tatlı bir nostaljiye kapılmak yerine...
Şimdi sorsak kendimize...
Diyelim ki, iş tempomuz ve iş dışındaki hayat tercihlerimiz de izin verse...
O günlere geri dönmek ister miydik?
Eğri oturup doğru cevaplayacaksak bu soruyu, cevabı açık bir "Hayır!" olacaktır.
Çünkü artık o eski "misafir" de yok!
***
Dost, kanka, iş arkadaşı, voltran ve komşu başkadır, misafir başkadır.
Misafir ziyaretçidir.
Gelir, kalır ve gider.
Hoş gelir, hoşça kalır ve ardında hoş izler bırakır.
Yük değil, berekettir.
Gittiği eve kem göz ve söz değil, ferahlık getirir.
Bazen misafir ev sahibine, bazen de ev sahibi misafire muhtaçtır; ihtiyaçlar göze sokmadan, ağırlık vermeden, borç duygusu yaratmadan karşılanır.
Oysa şimdi hepimiz taş gibi ağırız! Yalan mı?
Oturduk mu kalkmak bilmiyoruz. Gövdemiz kalkıp gitse, ruhumuzun ağırlığını bırakıyoruz geride!
Benmerkezciyiz; dünya çevremizde dönüyor sanıyoruz. Bizim dertlerimizden, bizim meselelerimizden daha önemlisi yok bizim için.
Üstelik her şeyi kıyaslayarak yaşamaya öyle alışmışız ki...
İçimiz temiz olsa bile, gözlerimiz rahat durmuyor.
Beğenmediğimiz şeylere kısa bir süre için bile olsa, katlanamıyoruz.
Sohbet deseniz...
Nasıl bir şey olduğunu unutmak üzereyiz.
Bütün bildiğimiz "tartışma" sandığımız münazaralar ve bir de geyik muhabbeti!
Ne elimizin ne de dilimizin kemiği var. Bazen ya gittiğimiz evi kırıp döküyoruz ya da ev sahibinin kalbini!
Şimdi söyleyin...
Bizden misafir olur mu?