Fotoğraf çekmeye ve çektirmeye hiç ısınamamış biriyim... Fakat son zamanlarda olur olmaz şeylerin fotoğrafını çeker oldum. Oysa yaşadıklarımı zihnimde saklamayı severdim; zamanın bize yaptığı fenalıklara dönüp bakmayı hiç anlayamazdım! Galiba yeni yeni fark ediyorum ki, gün gelecek, hatıraların bile yürürken bir bastona ihtiyaçları olacak. Fotoğraflara yani...
***
Erkekler fotoğraf makinelerini, kadınlar fotoğrafları sever.
***
Erkekler düzgün ve iyi fotoğraflar çekmeye, kadınlar anıları bir fotoğraf karesinin içine sığdırmaya çalışırlar.
***
Erkekler sevdikleri fotoğraflara bakmak isterler; kadınlar sevdiklerinin fotoğraflarına.
***
Belki fotoğraf ve fotoğraf albümlerine erkeklerle kadınların farklı yaklaşımlarını uzun uzadıya irdelemek yerine şu temel ayrımı vurgulamak yeterli olacaktır: Kadınlar hatırlayarak yaşarlar, erkeklerse sık sık unutarak...
***
Teoman'ın son konserindeyim... Çeşme Babylon'da. Aşk Kırıntıları şarkısı çalmaya başlıyor:
"Aşk kırıntısıyla doymaktansa/ Tek başıma aç kalırım bu hayatta." Çevrem Çeşme'deki yazlıklarından kopup gelmiş gençlerle dolu. "
Yürürüm ipte ağım yokken hem de/ Kopkoyu içim, inan çok çalıştım/Neyim var ki, senden başka" diyor Teoman. Hayatları aileleri tarafından ince ince projelendirilmiş; dışarıdan bakınca "klas" görünen mantıklı beraberlikler için yetiştirilmiş, "aşk kırıntıları"na çoktan razı edilmiş yüzlerce genç hep bir ağızdan şarkıya eşlik ediyor.
Onlara bakarken düşünüyorum da, ya şu şarkılar da olmasaydı!..
***
William Blake endüstriyel toplum için "
viranede inşa edilmiş, insanın perişanlığı üzerine kurulmuş bir Babil" diyordu. Onun "virane" dediği irfansız ilim, bilgelikten soyutlanmış bilgiydi. Şimdi yaşasaydı Blake, post-endüstriyel toplum için ne derdi? Bildiğim şu ki, Babil'in görkemine kimse inanmıyor artık, sütunları yıkılmaya başlayalı çok oldu. Ama asma bahçelerinin bizi sarhoş eden konforundan kopamıyoruz.
***
Eskiler
"adı, yaptıklarından büyük olan insanın vay haline!" derlermiş!.. Bugünün "ünlülük" kültürü hakkında da bilgece bir uyarı saymalı bunu. Ama kim takar, kim umursar ki!
***
Kütahya Kumarı köyündeki bin yıllık kestane ağacı ne oldu acaba? Hâlâ yaşıyor mu?.. Anlı şanlı Roma 500, Doğu Roma 1000, Osmanlı 700 yıl yaşadı. Bizim Hatay civarında 1200 yaşında zeytin ağaçları olduğu söyleniyor. Ağaçlara sadece kuru bir doğasever gibi bakmamalıyız. Yaşlı ağaçlar insanın kibir ve güç iradesine karşı sessiz bir uyarı "anıtı"dır.
***
Geceleri açık fırın görünce içinde birden ekmek alma isteği uyananlardan mısınız?
Yani bütün dertlerine, sıkıntılarına karşın hayatı seven, hayatla sevişenlerden misiniz?..