Geçen cumartesi bizim gazeteyi açınca ne göreyim! Hani internete ve internetin getirdiği olanaklara burun kıvıran köşe yazarlarını eleştirmiştim ya...
Hıncal Abi de doğrudan bana seslenen kocaman bir yazı döktürmüş...
"Benim internete, msn'e, facebook'a ayıracak vaktim yok, ben hayatı canlı canlı yaşıyorum" demek için...
Gündelik rutinini yazmış. Ne zaman uyanıyor, ne zaman gazetede, ne zaman Ortaköy'de oluyor; ne zaman kitap, dergi okuyor; akşamlarını nasıl geçiriyor, hepsini bir bir anlatmış.
Başlığa da Ataol Behramoğlu'nun bir dizesini koymuş.
"Yaşadın mı, büyük yaşacaksın!"
Hoş bir Hıncal Uluç yazısı çıkmış ortaya...
Vesile olduğuma memnunum.
***
Ama...
Evet! Bir de "ama..."sı var işin Hıncal Abi!
Çünkü hepsi iyi güzel de...
Anlattıklarının
"büyük yaşamak"la ne ilgisi var?
Tabii
Ataol Behramoğlu da 68 kuşağının Marksist şairlerindendir. O kuşağın sağcısı da solcusu da
"büyük yaşamak"tan
"bir davaya baş koymayı" anlar.
Haydi bunu da geçelim!
"Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına yaşamak" ile açıkçası senin anlattığın
her gün Ortaköy, her gece bir konser, şov veya film izlemek arasında bir bağ görmekte zorlanıyorum.
Zaten
Ataol'un o şiirinin bir başka dizesinde dile getirdiği
"bütün hayatları tanımak" arzusunu da pek anlamamışımdır. İnsan ömrü kısadır; doğrusu, tanımaya değer hayatları tanımaktır!
***
Eski zaman...
Evliydim. Karımla neredeyse her gece "canlı rock müzik" dinlemeye çıkardık. O geç saatte apartmanın kapısında kan ter içinde işinden yeni dönen komşumuzla karşılaşırdık. Her seferinde muzipçe güler;
"Yaşıyorsunuz be Haşmet Abi!" derdi.
Seninki de o hesap Hıncal Abi!
Yaşıyorsun!
Üstelik iyi yaşıyorsun, dolu dolu yaşıyorsun!
Hep öyle sürsün. Biz de yaşadıklarından yazılarına aktardıklarını keyifle okuyalım.
Ama
"büyük yaşamak" başka bir şey olsa gerek! Hem
"zamanı değerlendirmek" dediğin şey neden ille de dışarılarda; konserlerde, sergilerde veya hep laflayacak birileriyle olmak anlamına gelsin? Orasını hiç anlamıyorum.
***
Yazında hep bana seslenmişsin ya
Hıncal Abi...
Vallahi ben de eş dostla muhabbeti seviyorum; ben de sinemaya, sergiye, konsere gidiyorum, şükür!
Fakat seninki
"büyük yaşamak"sa...
Doğru, benimki küçük!
Ben zaten
Nietzsche'yle aynı dertten mustaribim:
"Yokluktan değil, hep çokluktan çekmişimdir!"
Hem, bak ne diyeceğim...
Sürekli bir şeyler yapıp ederek her anı
doldurmanın hayatlarımızdaki temel
"boşluğu" ortadan kaldırmadığının farkında mısın?
Tabii... Bir de şu
"gerçek hayat" ile
"sanal hayat" ayrımının yanlışlığı var. Ona da yarın değinirim artık.