Cem Uzan bir zamanlar "bir milyon dolar benim için fındık fıstık parasıdır" demişti. Doğrudur, ben şahidim. Gerçi biz yiyemedik ama öyleydi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'yi "mahkum" ettiği para cezaları da devlet için fındık fıstık parası bile sayılmaz.
Bu paralar, 3 bin, 5 bin, 8 bin, hadi bilemedin 10 bin, 20 bin avro gibi paralardır.
İşte en son, yedi yıl önce Diyarbakır'da yüzüne biber gazı kapsülü yiyen bir vatandaş 20 bin avro kazanmış.
Bu paralar gariban için çok önemli paralardır, toplu paradır, ihtiyaç karşılar, bir açığı giderir. Yirmi bin avro kabaca elli bin lira, iyi bir araba bile alırsın.
Hani şu bizim ara sıra mahkum olduğumuz, sonuçta gazetenin ödediği tazminat cezaları gibi... Durumun uygunsa cebinden de ödersin.
Bu cezalar asla ve asla "caydırıcı" değillerdir. Suyunu çıkarıp patron tarafından "yeter be, herifin maaşı yirmi bin lira, her ay ödediğim cezalarıyla bana yüz elli bine geliyor" tepkisiyle işten kovulmazsan eğer... Örnekleri var.
Dolayısıyla, hiçbir hükümet de "eyvah, AİHM bana ceza kesecek" diye korkmaz.
Eh, polisten iki dayak yediysen iki milyon avro aldırıp sana köşeyi döndürmezler tabii...
Bu tür AİHM cezaları ancak muhalif basın tarafından "hükümete kamış atmak" amacıyla ve zevkle değerlendirilir: "Türkiye mahkum oldu!"
Neye mahkum olmuş, toprak kaybına mı, sömürgelerini terk etmeye mi, rejim değişikliğine mi, kamu maliyesinin çökmesine mi?
Elbette bu paralar, haberi yazan gariban muhabirin de "yüreğini soğutan" paralardır. Elli bin lira, o çocuğun iki yıllık ücretidir.
O da, "oh olsun, ben alamıyorum o gariban alsın" diye sevinir, devletin zarara girdiğini sanarak mutlu olur.
Seviniyorsa tabii... "İki gaz bombası da biz yesek de elimize toplu para geçse" diye kıskanmıyorsa.
Taksim'de niye tepişiyorlar sanıyorsunuz?