Bütün hesaplarını başbakanın "faşizme kayacağı" yönünde yapmışlardı. Kürtler ezilecek, başbakan bürokrasiye boyun eğecek, reformlara dur diyecekti.
Çünkü ya korkuyordu ya da aklı ermiyordu... Bir noktaya gelip tıkanmıştı.
Dolayısıyla, karşı çıkılmalıydı.
"Oğlum siz politikadan hiç anlamıyorsunuz" deyince de kızıyorlardı. "Zamanlama diye bir sanat vardır" deyince kabul etmiyorlardı.
Hem politikadan anlamıyorlardı, hem de oturdukları yerden memleket yönetmeye kalkıyorlardı.
Hükümeti onlar yönlendireceklerdi. Başbakan onların dediklerini yapmalı, onların çizeceği çizgiler içinde oynamalıydı. Onlar büyük adamlardı, başbakan alt tarafı halk çocuğu.
"Beni iktidara sizler getirmediniz" deyince ona da kızıyorlardı.
Oysa daha önce kendileri de parti kurmayı denemişler, korkunç bir fiyaskoyla karşılaşmışlardı. Halkın umurunda değildiler.
Çünkü alabildiğine "seçkinci" kişilerdi bunlar temelde. Öyle görünmemeye çalışıyorlardı ama "elitizm" iliklerine işlemiş, "genlerine" bulaşmıştı. İçlerinde de hep bir "ulan ya hakikaten şeriat gelirse" korkusu...
"Liberalcilik oynayan paşa torunu" olmaktan kurtulamamışlardı ki!
Zayıf düşünce, açık verince bu sefer bürokrasinin basın uşakları tarafından "istiskale" uğruyorlar, "aklınız şimdi mi başınıza geldi, haydi başka kapıya" şeklindeki alaycı itilmeleri kakılmaları da duymamaya, görmemeye çalışıyorlardı.
Halkın inançlarına saygılı görünüyorlar, ama cami yaptırmak isteyene de bozuluyorlardı!
Saygı dediğin, Noel geceleri katolik ayinine gösterilirse alafranga ve çağdaş sayılırdı... İbadet sarı votka içtikten sonra yapılırsa makbul oluyordu.
İktidar mensupları da, operaya mescit yaptırmaya kalkan "kırolar" alt tarafı...
"Bu kafayla hiçbir yere varamazsınız" diyenlere çoluk çocuğu örgütleyip hakaret ettiriyorlardı. Kendileri çok önemli adamlardı. Burunları büyüktü. Egoları davul gibi şişmişti, başbakana posta koyarak mutlu oluyorlardı. Huysuzluğu özgürlük, uyuzluğu ve gıcıklığı bağımsızlık sandılar.
Başbakanın "barış açılımıyla" da apışıp kaldılar. Bunu hiç beklemiyorlardı!
İtiraz edemezlerdi, ağızlarını açamazlardı, hep istedikleri şeyler şimdi artık yapılıyordu...
Posta koymak için neden kalmamıştı!
Aralarında kavga çıktı. Birbirlerini yemeye koyuldular. "Hele durun bakalım az bekleyelim" diyenlere de kızdılar. "İktidar gene de olumlu işler yapmıyor sayılmaz" diyen arkadaşlarını tasfiyeye bile kalkıştılar.
Fakat kendileri tasfiye oluverdiler.
İş bıraktılar, kendileriyle birlikte başkalarını da sürüklediler, sonra o sürüklenenlerin akılları "yahu biz ne halt ediyoruz" şeklinde başlarına gelip de yol yakınken geri dönünce açıkta kaldılar. Gene yanlış hesap yapmışlardı.
Şimdi evlerinde oturup roman yazıyorlarmış...
Hiç yoktan iyidir bari, korsan yayıncılarla başa çıkabilirlerse para bile kazanırlar.
Ama mükemmel roman malzemelerini gazeteci yaklaşımıyla katletmemek şartıyla... "Gazete uyduramadık roman verelim" anlayışıyla romancı olunmuyor, ancak "romancının gölgesi" olunuyor.