Yeri cennet olası hocam Tahir Alangu, azıcık da şaka yollu, derdi ki: "Sizi dövmek istiyorsam önce benden dayak yemenin ahlakını üretirim... Böylece işim çok kolaylaşır!"
Öyle ya, o zaman "aman ne iyi, hoca dersi bilemedim diye beni dövüyor" diye kendin gönüllü dönersin sırtını sopaya... Bu bir beyin yıkama değildir. Bir dayatma da değildir. "Kabullenmenin" altyapısıdır.
George Orwell'in ünlü "1984" romanını okuyanlar bileceklerdir. Orada, sisteme başkaldıran romanın kahramanı Winston Smith'e yalnızca hatalı olduğu kabul ettirilmez, kendisini işkenceyle ezen Büyük Birader'i "sevmesi" de sağlanır...
Orwell bununla, enayi bolşeviklerin Moskova duruşmalarında "aman ne iyi, yüce Stalin beni öldürtüyor" havasına girmelerini de açıklamaktadır.
Bir başka amansız yazar, Arthur Koestler de, "Gün Ortasında Karanlık" isimli o eşsiz romanında, Rubaçov'a (aslında Buharin), "aman ne iyi, işlemediğim suçları üstlenerek ve ölüme giderek partime son bir hizmette bulunuyorum" dedirtir...
Evet, ahlak gökten zembille inmez. Ahlak, insanlar tarafından üretilen bir üstyapı kurumudur. Çağına göre, yerine göre de değişir. "Objektif" ve mutlak bir ahlak yoktur. Örneğin biz Hindu'ları "inek yemiyorlar" diye küçümseriz, onlar da bizi "domuz yemiyorlar" diye...
Alexandre Dumas o ünlü "Üç Silahşörler"inde pek güzel anlatır, on yedinci yüzyılın o kahraman cengâverleri ilişki kurdukları kadınlardan sürekli para ve hediyeler alarak yaşarlardı... Oysa burjuva ahlakında "erkeğin kadın parası yemesi" son derece utanılacak bir küçüklüktür.
Bir sınıf ya da zümre iktidara gelince, o sınıfın ya da zümrenin ahlakı da iktidara gelir, toplumda "norm" oluşturur. Artık o sınıfın fikir ve hisleri "normal" olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılını yöneten ve Türkiye Cumhuriyeti'ni de kuran bürokrasi, kendi ahlakını da halka böyle benimsetmiştir...
"Vatanın her köşesi birdir" cümlesi buna iyi bir örnektir.
Böylece, uzak ve ücra taşraya görevli gönderdiğin küçük memurun mırın kırın etmesini de önlemiş olursun. Öyle ya, adamcağız Etiler barlarında aldığı servisi Şırnak barlarında da alabilecektir!
Bulgurun tadı İstanbul'da da Şırnak'ta da aynı olduğu için, dargelirli memur hiç farkına varmayacaktır bu ikilemin.
Bir başka örnek, tiyatrocuların eskiden sımsıkı yapıştıkları "the show must go on" özdeyişidir, gösteri sürmek zorunda!
Çünkü ekmek parası için ter döküyorlardı, bir gece oynamasalar aç kalacaklardı, böylece en yakınlarını kaybettikleri günün gecesi bile, otuz dokuz ateşle yandıkları günün gecesi bile sahneye çıkıp bir de halkı eğlendirmekle övünür oldular... Eh, para getirecek televizyon dizileri de yoktu henüz ortalıkta, belediyeden maaşları da tıkır tıkır işlemiyordu. (Bu ahlakı asıl oluşturan Amerikalı yapımcının da işe çuvalla dolar döktüğü için en ufak bir zarara tahammülü yoktu.)
"Gazeteci babası gelse tanımaz" ahlakını kullanır, gizli barış görüşmelerinin sana servis edilmiş tutanaklarını yayınlar, süreci baltalamaya ve milliyetçileri galeyana getirmeye çalışırsın...
Korkma, asıl dertleri hükümete kamış atmak olan mesai arkadaşların da "gazetecilik ahlakı bunu gerektirir" diyerek nasıl olsa sana sahip çıkacaklardır...
Yarın bir savaşa girsek askeri birliklerimizin konumlarını da yazacak mısın, gazetecilik başarısı olsun?