Geçen Cuma burada sözünü ettiğim ' Sözün Erdemi' programına bir ara İnal Batu bağlandı.
Biliyorsunuz İnal Batu emekli büyükelçidir. CHP'de siyaset yapıyordu. Sonra DYP'ye (artık ' Demokrat Parti') geçti.
İnal Batu, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ortaya çıkan krizi AKP'nin iyi yönetemediğini belirtti.
Refah-Saadet çizgisinin siyasi kuramcılarından Prof. Mehmet Bekaroğlu'nun Aktüel dergisinin son sayısında çıkan bir söyleşisini okudum. O da Türk sağının krizleri yönetemediğini belirtiyordu.
Tabii burada sözünü edilen 'kriz' ekonomik kriz değil. Askerlerin çıkardığı kriz.
***
Soralım: Niye?
Sağdaki politikacılar yeteri kadar akıllı, zeki, bilgili değil mi ki krizleri yönetemiyor?
Herhalde bunu söylemek mümkün değil: Düşünün ki bu adamlar bir araya geliyor... Partileşiyorlar.... Halkı ikna ederek seçimleri kazanıyorlar... Hükümet kuruyorlar...
Beğenseniz de, beğenmeseniz de bütün bu karmaşık süreçleri gayet güzel idare ediyorlar ama krizleri yönetemiyorlar.
Bunda bir tuhaflık yok mu?
Mesele akıllı, zeki, bilgili olmak değilse, ne?
Kriz yönetimi bir tecrübe işidir. Yani başına olumsuz bir şey gelir. Ondan ders çıkarırsın. Bir daha benzeri bir durumla karşılaştığında tecrübenden yararlanırsın.
Ancak sadece sağdakilerin değil, Türkiye'deki herhangi bir partinin bu tecrübe birikimini yapmasına izin verilmedi.
Darbeler sonucunda siyasi partiler kapatıldı, yöneticilerine yasaklar geldi. Hatta Atatürk'ün kurduğu CHP bile kapatılmakla kalmadı, 12 Eylül 1980 darbesinde arşivi, tekrar dönüştürülmek üzere kâğıt fabrikasına gönderilerek yok edildi.
Sonuçta ortaya kriz yönetimi konusunda yeteri kadar tecrübe sahibi olmayan siyasetçiler ve siyasi oluşumlar çıktı.
Siyaset bilimci Dr. Murat Yılmaz, Demokrat Parti adı altında birleşen DYP ile Anavatan'ın 14 Mayıs'ta düzenlediği toplantıya değiniyor. ( Yeni Şafak, 21 Mayıs )
14 Mayıs, Demokrat Parti'nin 1950 yılında seçimleri kazanarak iktidara gelmesinin 57'nci yıldönümüydü.
Dr. Yılmaz salona girenlerin 10'uncu Yıl Marşı ile karşılandığını belirttikten sonra bunun niye DP geleneğine aykırı olduğunu anlatıyor.
28 Şubat (1997) döneminde tekrar gündeme sokulan bu marş, tek parti döneminin otoriter havasını yansıtır. DP ise tam da o döneme karşı kurulmuş ve halkın oyunu almıştır.
Mesela ünlü, " İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz " sözü bu marşta geçer ve koca bir hayalden ibarettir. İmtiyazlı, sınıflı, kaynaşmamış bir kitle olduğumuz 1950'de apaçık ortaya çıkmıştı.
Ama ikide bir darmadağın edildikleri için partiler, daha doğrusu siyasetçiler, kendilerine has gelenekler oluşturamıyor.
***
Sonuçta Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu, yıldönümü toplantısına gelenleri, adını aldıkları partiyle taban tabana zıt bir marşla karşılayabiliyor. Salonda Celal Bayar ve Adnan Menderes'in portrelerinin yer almaması da cabası...
Yine de onları fazla suçlamamak gerek. Çünkü DP ruhunu, DP çizgisini bizzat yaşamadılar.
O ruhu bizzat yaşamak nasıl olur?
Mesela ' Demir Leydi' lakaplı Margaret Thatcher, önce Muhafazakârların ardından da İngiltere'nin başına geçmeden önce yıllarca partide ve parlamentoda bir öğrenci, bir çırak gibi çalışmıştır.
Bizde ise gelenekleriyle, simgeleriyle, arşiviyle, eğitim sistemiyle, söylemiyle sürekliliğe sahip kuruluşlar sadece devlet bünyesinde yer alır: Silahlı Kuvvetler gibi, Dışişleri Bakanlığı gibi...
Sivil düzeyde yani toplum katında ise böyle organizasyonlar bulunmaz. Bazı politikacıların dini değerlere dayanmalarının bir nedeni de yukarıda sözünü ettiğim süreklilik ihtiyacı olsa gerek.