Doğaya ilişkin inançlarla, topluma ilişkin inançlar arasında ciddi bir fark var.
Doğaya ilişkin bir inanç anında karşılığını bulur. Mesela bir apartmanın tepesine çıkıp " Ben buradan paraşüt filan kullanmadan atlarım, sonra da bir kuş gibi yere konarım " derseniz... Ve atlarsanız... Doğanın fizik yasaları üç beş saniye içinde sizi cezalandırır. Hem de öyle bir cezalandırır ki hayatta kalırsanız ne ala!
Topluma ilişkin inançlar ise böyle değildir. Ne kadar uyduruk, saçma, geçersiz, gerçek dışı olurlarsa olsunlar bunlar varlığını sürdürür... Hatta dahası da var: O inancın kendisi bir varlık, bir güç haline gelerek gerçeği değiştirir.
Doğaya uymayan inanç karşılığını anında görür... Toplumsal gerçekliğe uymayan inancın acısı ise yıllar sonra çıkar.
***
Yukarıda anlatmaya çalıştığım mekanizmanın örneklerini sürekli olarak yaşıyoruz.
Mesela yarın 28 Şubat . Bazılarının ' postmodern darbe' adını verdiği sürecin 10'uncu yıldönümü. Darbe adını 1997 yılının 28 Şubat günü yapılan gergin Milli Güvenlik Kurulu toplantısından alıyor.
O tarihlerde Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi'nin kurduğu koalisyon hükümeti vardı. Başbakan Necmettin Erbakan, yardımcısı da Tansu Çiller'di.
Öncülüğünü Genelkurmay'ın yaptığı birtakım etkili gruplar bu hükümeti devirmeye ve Erbakan'ı siyasetten tasfiye etmeye karar verdi.
Yanlarına medyayı, yargıyı ve üniversiteyi de alarak müthiş bir propaganda yürüttüler. Bu propagandada psikolojik harp teknikleri de kullanıldı.
Temel mesele, daha doğrusu öne sürülen gerekçe irtica idi. Hükümet irticayı beslediği ve büyüttüğü için gitmeliydi.
Peki gerçekten böyle bir tehlike var mıydı? Bakın dönemin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan aradan 10 yıl geçtikten sonra ne diyor:
"MGK kararlarının ardından irtica söylentileri gündeme iyice oturdu. Sürekli irtica ile mücadeleden bahsediliyordu. 14 Nisan'da valileri irtica gündemi ile topladık. Valilere ' Ne diyorsunuz, en iyi siz bilirsiniz; irtica var mı, irtica mı geliyor' diye sorduk. İstisnasız hepsi, ' Ne irticası' cevabını verdiler ve ' Nereden çıkartıyorlar bunu? İrtica mirtica yok bu ülkede' dediler...
Refahyol hükümeti, vali atamadı ki; bunu söyleyenler, önceki dönemlerde göreve getirilmiş valilerdi."
Sonra ne mi oldu?
Bütün büyük gazeteler ve TV'ler, bu toplantıyı ' Valilere irtica brifingi', ' Valilerden irticaya geçit yok' gibi haber başlıklarıyla topluma duyurdu.
İşte irtica böyle var edildi!
Hani " Bir şeyi 40 kere söylersen olur " diye bir söz vardır. Burada anlatılmak istenen bir iddianın, ne kadar dayanaksız, yalan, uydurma olursa olsun, yayılması sayesinde bir toplumsal gerçeklik haline dönüşmesidir.
Aynen bunun gibi, irtica da sistemli bir biçimde işlenerek (40 kere söylenerek) inanç haline getirildi. Böylece Refahyol hükümetine karşı düzenlenen darbe meşrulaştırılmış oldu.
***
İrtica tehlikesine inanmanın, sıradan vatandaşa ' görünürde' bir maliyeti yoktu. O sadece inanmakla kalmıştı, olan başta Erbakan olarak bazı siyasetçilere olmuştu.
Halbuki işin içinde başka gerçekler de vardı: Mesela örtülü darbeye destek verdikleri için denetlenmeyen çıkar grupları bankaları hortumladı . Yapay ya da hormonlu hükümetlerle ekonomi yönetilemedi.
Ve irtica tehlikesine inanarak hukuk dışı müdahaleleri mazur görmenin maliyeti ancak dört yıl sonra ortaya çıktı: 2001'de ekonomik kriz patladı. Yere çakıldık. Emeklerimiz, birikimlerimiz buharlaştı gitti.
Halkı da böyle şeylere inanıyor diye fazla suçlamamak gerek. Bütün dünya Irak'ta kitle imha silahları olduğu yalanına inanmadı mı?