8 Kasım'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), İran üzerine nükleer değerlendirme raporunu Yönetim Kuruluna ve BM Güvenlik Konseyine sunmadan, rapor basına sızdırıldı ve beraberinde sert tartışmalar başladı. Raporun detaylarının dağıtımındaki yasağa rağmen bir gün önce Washington Post gazetesinde yer alması, işin içinde olan pek çok faktörü düşünmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Bu sızıntı ile rapor 17 Kasım'da Yönetim Kurulu gündemine gelene kadar, ülkelerin alacakları pozisyonları tartmak, kamuoyu oluşturmak ve BM Güvenlik Konseyi'nin nabzını tutmak için ihtiyaç duyulan ara süreç yaratılmış oldu. Hatta konu, yeni rapor ile birlikte, artık İran'ın niyetleri üzerine bir tartışma olmaktan çıkarak, nükleer silaha sahip olmak istediğinden emin olunan İran'ı durdurmanın yolları üzerine kilitlenmiş durumda.
Aslında son rapor, temel iddialar açısından, daha önceki raporlardan tamamı ile farklı ve yeni değil. Tartışmayı bu aşamaya getiren ise bu kez Ajansın, daha önce olmadığı kadar kesin, sert ifadelere ve "somut" kanıtlara yer vermesi. Rapora göre özetle, İran'ın nükleer bombayı harekete geçirebilecek sistemlerin geliştirilmesi yönünde faaliyetlerde bulunduğuna dair güvenilir bilgiler mevcut. Bu bilgiler, büyük ölçüde 10 üye ülkenin sağladığı istihbarata ve kısmen müfettiş raporlarına dayanıyor. İstihbarat bilgilerinin kesin kanıtlar olarak sunulması raporun en kırılgan yanını oluşturuyor.
Eski kanıtlar, yeni başkan
Raporda kullanılan istihbarat bilgilerinin pek çoğu UAEA'nın önceki başkanı Muhammed El Baradey'in döneminde de mevcuttu. Ancak Baradey'in, güvenilirlikleri ve kaynakları konusunda tereddütleri nedeniyle, bu bilgileri kesin kanıtlar olarak görmediği ve kamuoyu ile paylaşmadığı söyleniyor. Peki, şimdi ne değişti? Çok basit ifade ile UAEA'nın Başkanı. Baradey'in gerek Irak gerekse İran ve Suriye konularında ABD ile ters düşen açıklamaları ve pek çok kez gösterdiği direnç, 2009 Ekim'inde gerçekleştirilen Ajansın başkanlık seçimlerinde Batılı devletleri kendilerine daha az güçlük çıkaracak bir isimde birleştirdi. Japon Yukiya Amano, ABD ve Batılı devletlerin açık desteği ile başkanlığa gelirken, kendisinden en büyük beklenti İran konusunda daha net karşıt bir pozisyon almasıydı. Nitekim Wikileaks tarafından açıklanan seçimlerin yapıldığı döneme ait UAEA ABD misyonuna ait telgraf bu ilişkiyi açıkça doğruluyor. Telgrafta, Amano'nun gelişmekte olan ülkelere zaman zaman taviz vermesi gerektiğini ancak İran nükleer programı dâhil bütün stratejik kararlarda kesinlikle ABD'nin yanında olacağını söylediği aktarılmakta. Ayrıca raporun sunulmasından bir hafta önce Amano'nun Washington'a yaptığı ziyaret ise başka bir şaibe konusu.
Bütün bu tartışmalı duruma karşın, UAEA tarafından kaleme alındığı için raporun İran nükleer sorununu bambaşka bir boyuta taşıdığı ortada. Rusya ve Çin'in açık muhalefetine ve ek yaptırım kararlarına dahi onay vermeyecekleri yönündeki açıklamalarına karşın, İsrail tarafından tartışma çoktan İran'ın nükleer tesislerinin vurulacağı muhtemel bir saldırı planına çekilmiş durumda. İsrail, tek başına İran'ın nükleer programını etkisiz hale getiremeyeceğinden ABD'nin desteğine ihtiyaç duyuyor. Seçimlerin yaklaştığı ABD'de İsrail lobisinin Obama üzerinde baskısı kaçınılmaz. Ancak Afganistan'dan ve Irak'tan askerlerini çekmeye çalışan ve ekonomik sorunlarla boğuşan ABD'nin operasyon konusunda güçlü tereddütleri de mevcut. Böyle bir saldırının İran'a ne kadar zarar verebileceği ise başlı başına bir soru işareti. Pek çok uzman, nükleer tesislere yönelik başarılı bir operasyonun dahi İran'ın nükleer programını en fazla üç yıl geciktireceğini söylüyor. Nitekim Avrupa kanadından gelen sert açıklamalara karşın sorun, bir hava saldırısı değil, daha çok ağır ek yaptırımlar çerçevesinde ele alınıyor.
İran'ın kendisi daha tehlikeli
Petrol krizine yol açabilecek ağır yaptırımlar konusunda dahi tereddütler varken, İran nükleer konusu niye bu kadar tırmandırıldı? Bunun cevabı İran nükleer sorununun hiç bir zaman sadece nükleer bir mevzu olmamasında yatıyor. Arap baharı bütün Ortadoğu'daki dengeleri değiştirirken, İran'ın statüko üzerinden genişletmeye çalıştığı hakimiyet alanı Batı'nın çıkarları ile ters düşüyor. Bunun en somut ve güncel örneği Suriye. Ancak sorun sadece Suriye ile de sınırlı değil, ABD'nin Irak'tan çekileceği bir dönemde Suriye üzerinden güçlenen İran'ın Irak'ta yaratacağı etki de rahatsızlık konusu. Aslında bütün Ortadoğu'da dengeler yerinden oynarken, İran'ın yerini belirlemekle ilgili bir çekişme bu. İşte bu noktada devreye İran'ın nükleer programı önemli bir baskı aracı olarak giriyor. Peşi sıra gelecek ambargolar bu baskıyı daha somut bir hale getirirken, İran'ın direnç göstermesi halinde müdahalenin kapısının aralık olduğu böylelikle hatırlatılıyor. Öte yandan Suriye konusunda bile mevcut terredütler aşılamamışken, İran'a bir müdahale beklentisi bugün için gerçekçi olmaktan uzak. Bu nedenle, Batının gerilim üzerine oturttuğu İran politikası bir süre daha yeni kanıtlar ve tartışmalarla yoluna devam edecek gibi gözüküyor.