Kadir Gecesi İstanbul'daki camileri geziyoruz...
En güzel gece. En huzurlu gece.
Af diliyoruz, bağışlanmak için ellerimizi açıyoruz, şükrediyoruz, günahlarımızdan arınmayı umuyoruz...
Camiler tıklım tıklım, trafik kilit, aileler, dedeler, anneanneler, babalar, anneler, çocuklar, gençler, arkadaşlar sokakta.
Dua ediyoruz...
Ama kulak bu, duyuyor işte. Göz bu, görüyor.
Eminönü'deki Ahi Çelebi Camii ya da şehrimizin ilk camisi Arap Camii gibi sakin olanlarında değil; Sultan Ahmet ve Süleymaniye gibi kalabalık olanlarda maalesef gerçek karşınıza çıkıyor.
Eee nerede çokluk, orada 'gerçek'.
HANİ ALLAH'TAN KORKUN?
Daha cami kapısını geçmeden, daha dualar bitmeden, daha 10 saniye önce Allah'tan af dileyen birileri konuşuyor.
Komşusunu çekiştiriyor, bir tanıdığının arkasından dedikodusunu yapıyor, kalabalıkta dua etmeye gelmiş diğerleriyle kavga ediyor. Sonra arabasını park edebilmek için başkasının önüne geçip hakkını yiyor.
Öfkeleniyor, sövüyor, sıra çalıyor, kem gözle bakıyor, kötü sözleri sıralıyor... Daha camiden çıkmadan neden orada olduğunu unutuveriyor birileri. Tek derdi "Dün gece ne yaptın?" sorusuna "Cami gezdim" demek belli ki ya da âdet yerini bulsun fikri.
Bizim her şeyimiz âdetten mi? Peki, duanın âdeti olur mu? Allah görmez mi içimizi? Bilmez mi özümüzü?
Namaz kılıyorsun; karını, ortağını aldatıyorsun.
Cami geziyorsun, komşunun dedikodusunu yapıyorsun.
Nerede kaldı sevabın? Nerede senin inancın? Hani Allah'tan korkun?
Daha camiden çıkmadan birilerinin şeytanları harekete geçiyor. Daha camiden çıkmadan esas mesele unutuluyor.
Ne yazık ki kulak bu, duyuyor; göz bu, görüyor.