KONU, gerçekten de her televizyon yazarının ilgisini cezbedecek türdendi.
İlk kez ekranlarda başörtülü bir kadın, bildiğimiz anlamda 'talk show programı' yapıyordu. Bu nedenle Kanal 24'teki Söz Bitmeden programından aldığım canlı yayın davetini hiç düşünmeden kabul ettim. Zira olayı 'yerinde' incelemek en doğrusuydu.
Gazeteci-yazar Elif Çakır, hafta içi aynı kanalda bir siyaset programının moderatörlüğünü yapıyordu ama hiç de gönüllü olmamasına rağmen yönetimin ısrarıyla birkaç haftadır cuma akşamları şov dünyasının ünlülerini stüdyosunda ağırlamaya başlamıştı. Çakır'ın en büyük şansı ise o akşam konuklar arasında İpek Tuzcuoğlu gibi bir 'canlı yayın cankurtaranının' bulunmasıydı.
Ben de program yaptığım yıllarda ne zaman dinamik konuğa sıkışsam, sevgili İpek'in telefon numarasını çevirirdim. İpek, Elif Çakır'ın 'deplasmanda' olmaktan kaynaklanan tedirginliğini öyle güzel kapattı ki anlatamam.
Hatta çoğu zaman yaptığı gibi, bir süre sonra programın idaresini ele geçirip Elif dahil, hepimizi 'ev sahibi' olduğuna inandırdı.
Bu arada İpek'ten müthiş bir teknik de öğrendim.
Meğer konuk olunan her programın kendine özgü bir 'oturuş biçimi' varmış. İpek hepsini uygulamalı olarak gösterdi.
Rock programında, Türk sanat müziği programında, siyaset tartışmasında, talk show'da nasıl oturulması gerektiğini ondan öğrendim.
Mesela, Bülent Ersoy'un programından davet alırsa, koltuğun ucuna emanet gibi ilişip her şeye hazır olarak bekleyecekmiş.
Çünkü Diva bir anda "Haydi bakalım şarkı söylemeye" deyip konuğunu kolundan tuttuğu gibi sahneye fırlatıveriyormuş...