Dizi sağanağı başlayınca, bizim mesai de ikiye katlandı. Aynı saatte başlayan dizilerin tümünü aynı titizlikle izleyip not almak giderek imkansızlaşıyor. Bu köşenin "mağdur" yazarına da gece sabaha kadar "kayıtlardan" dizi izlemek ve "balataları sıyırmak" kalıyor... Bu haftanın dizilerinde gözüme takılan tuhaflıklara gelince: "Hanımın Çiftliği"nde Muzaffer Bey'in mezarıyla ilgili gariplik pek çok kişinin dikkatinden kaçmamış. Malum, Muzaffer Bey geçen sezon öldürüldüğünde, çorak, ağaçsız bir yere defnedilmişti. Ama bu sezon gördük ki, mezarın çevresi yemyeşil ve türlü ağaçlarla bezeli... Tamam, Çukurova bereketli topraklara sahip. Ama bu kadar kısa süre içinde bozkırın vahaya dönüşmesi de mümkün değil. Ya yeşillendirme konusunda inanılmaz bir teknik icat ettiler ya da zavallı Muzaffer Bey'in bedenini başka bir mezarlığa naklettiler! "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisinde ise küçük Osman her seferinde babasının geldiğini sanıp kapıyı açmaya çalışıyor ama boyu tokmağa erişmediği için bunu başaramıyordu. Bu olay birkaç kez tekrarlandı. Ama daha sonra ablasına birden kapıyı açıverdi!.. Tamam, bazı diziler pek uzun sürüyor. Ama bir çocuğun boyunu aynı bölüm içinde 5 santim uzatacak kadar da değil!.. "Aşk ve Ceza"da Savaş nihayet evli olduğunu Yasemin'e itiraf etti. Yasemin bu büyük şok yüzünden o geceyi odasında sabaha kadar ağlayarak, uykusuz geçirdi. Ama maşallah bizim gamsız Savaş kanepenin üzerinde sabaha kadar horul horul uyudu!.. Evet, bu itiraf onu rahatlatmış, üzerindeki yükü hafifletmiş olabilir ama bu kadar da gamsızlık olmaz ki canım!.. Bir de "Deli Saraylı"daki İngiliz askerleri var ki, beni hayretten hayrete sürüklüyorlar. İngiliz subaylar bir odanın içinde birbirleriyle konuşurken bile ana dilleri İngilizce yerine Türkçe'yi tercih ediyorlar. Sanırım İstanbul'u işgal etmeden önce aylarca Türkçe kursuna gitmiş olmalılar!..