Pek bayram sabahına uygun bir yazı olmayacak ama yazmak zorundayım. Zira artık Münevver Karabulut cinayeti ve C.G.'nin akıbeti ile ilgili haberleri, yorumları okumakta zorlanıyorum. Çünkü olan biten her şey giderek daha fazla yüreğimi acıtmaya başladı. Niyetim tabii ki adalete intikal etmiş bir konuda yargıyı etkilemeye çalışmak değil. Ama hukukçuların yorumlarını izlerken tüylerim diken diken oluyor. Çeşitli "hafifletici" nedenler dikkate alındığında C.G.'nin neredeyse 5-6 yıl hapis yatıp, çıkacağı ihtimali kanımı donduruyor. Sözkonusu edilen "hafifletici" nedenlerin hiçbiri, benim yüreğimdeki ağırlığı hafifletemiyor. Hadi ben dış kapının mandalıyım. (Karabulut Ailesi ile Şişli'de aynı sokakta oturduk. Bakkalın önünde neşeyle oyun oynayan o küçük kızın bakışları hâlâ gözümün önünde...) Ya ailesinin yüreğini kim soğutacak? Aç karınlarını doyurmak için baklava çalan, polise taş atan çocuklara 30 yıl istenen bir ülkede, masum bir kızın canına vahşice kıyan birinin suçu nasıl hafifleyecek? Asıl, aylardır volkan gibi patlayan toplumun infiali, adalete inancı "hafifletilmiş" olmayacak mı? En az bunun kadar canımı yakan bir başka görüntü ise C.G.'nin çıkarıldığı Sultanahmet'teki Çocuk Mahkemesi'nin karşısındaki ahşap binaya asılan pankarttı. "3 milyon Euro'ya satılık kız. Müracaat: Süreyya Karabulut..." Bu nasıl bir acımasızlıktır? Bu ne denli bir insanlık tükenişidir? Bir babanın yanan ciğerine hançer sokmak, ne aşağılık bir intikam duygusunu tezahürüdür? O olaydan sonra artık şuurla hareket etmesi mümkün olmayan acılı bir babanın, para tuzağına düşürülmek istendiği gün gibi ortadayken, aracılık eden, kameraya kaydedenler karakol ifadelerinde kendilerini sahtekâr ilan etmişken, bu nasıl bir şerefsizliktir? Evet, biz de bu sütunlarda baba Karabulut'un yaklaşımını eleştirdik. İtibarını zedelemek için kurulan para tuzağı karşısında "Keşke, kan parası teklif edildiğinde hemen elinin tersiyle itseydi" dedik. Ama o babanın evlat acısıyla o an için muhakeme yeteneğini yitirdiğini, sağlıklı düşünemeyebileceğini de hesaba kattık. Nitekim, Süreyya Karabulut'un daha sonraki hâl ve davranışları bizim kaygılarımızı haklı çıkardı. Baba, kendinde değildi... Durum böyleyken, o pankartı o binaya asanların yaptığı eylemin, C.G.'nin bıçak darbelerinden ne farkı var? Ha testereyi genç kızın boynuna dayamışsın, ha evladını kaybeden bir babaya "Sen kızının ölüsünü parayla sattın" demişsin. Ben Cumhuriyet savcılarının yerinde olsam, en az ilki kadar "vahşice" işlenen bu ikinci suçun faillerinin de peşine düşerdim.