Sinemada sezon "Sonsuz" filminin galası ile açıldı. Ama gelin görün ki, filmin oyuncuları dururken, tüm kamera ışıkları ve mikrofonlar filmi izlemek üzere teşrif eden "Diva" Bülent Ersoy'a odaklanmıştı. Diva ile salonda gerçekleştirilen röportajlar uzadığı için film gösterimi 15 dakika geç başladı. Ersoy, böylece bir filmde oynamadan "rol çalmayı" başardı. Film, basit bir hikâyeyi süslemeden, ağdalamadan anlatan iyi niyetli bir çalışma. Buna rafine oyunculuklar da eşlik edince sıkılmadan izliyorsunuz. İsmail Hacıoğlu, "Kabadayı"daki perfomansının altına düşmemiş. Şevket Çoruh, şiddet ile sanat arasında gidip gelen, ruhu tenis topu gibi bir oraya bir buraya savrulan "mafya babası Cihan" rolüyle yine harikalar yaratıyor. Yaşayan efsane Süleyman Turan adeta "Benim son kullanım tarihim asla dolmaz" diye bas bas bağırıyor. Mehmet Ali Nuroğlu hayranı genç kızlara ise bu filmi tavsiye etmiyorum. Zira, Nuroğlu muhteşem oynadığı "eşcinsel yazar Remzi" rolüyle kızları derin bir hayal kırıklığına sürükleyebilir. Ancak filmi sırtlayıp götüren, Ferhat Gündoğdu'nun su gibi berrak oyunculuğu olmuş. Gündoğdu, "Katıksız Anadolu delikanlısı Serhan" karakterine ayrı bir ruh katmış. Filmin en başarılı unsurlarından biri olan özgün müziklerine ise "teknik" bir gölge düştü. Sistem uyuşmazlığı ve aktarım sorunlarından dolayı, Şevval Sam'ın sözlerini yazdığı, annesi Leman Sam'ın seslendirdiği muhteşem şarkılar ne yazık ki "detone" hale gelip, "güme" gitti. Filmde beni hüzünlendiren ise; son günlerini yaşayan kanser hastalarının dramından ziyade, gerçek dostluğa, sevgiye, arkadaşlığa duyulan özlemin, "film olacak kadar" kabarmasıydı. Bir Anadolu delikanlısının hayatı, şehirli bir çocuğun kendisine "Abicim" demesiyle değişiyordu. Aslında elimizi attığımız her yerde bulunması gereken bu duyguların, efsaneleştirilip, "erdem" gibi sunulması ve tüm bunların "hakkında bir film yapılacak kadar" değerli hale gelmesi ne kadar da acı...