Evrensel
bir ahlak kuralı vardır: Kullandığı hiçbir araç insandan daha değerli değildir. Ve evrensel bir trafik kuralı vardır: Bölünmüş yollar, yani otobanlar haricinde bütün yollarda geçiş üstünlüğü arabalara değil, yayalara aittir. Medeni memleketlerde bir yaya yola adımını attığında bütün arabaların durması bundandır. Peki, Türkiye'de durum ne? Bırakın arabaların durmasını yayalara yeşil ışık yanan geçitlerde ve sağa dönüşlerde bile çiğnenmemek, ezilmemek için epeyce dikkatli olmanız gerekir. Ve birçok sürücü için aracı, diğer insanlardan daha değerlidir. Yolları geçtik; kaldırımların durumu daha da acıklı. Kaldırımlar sanki insanların yürümesi için değil 'kutsal binek'lerini park etmesi için yapılmış. Zincirlikuyu'dan Sabah gazetesine gelen yoldaki kaldırımlar daha birkaç ay önce araba park etmeyi önlemek için yükseltildi ama bu düzenleme hiçbir şeyi değiştirmedi. Kaldırımlar yüksek park haline geldi ve yayalar eninde sonunda oraya düşecekleri için yola inip yürümeye başladı. Üstelik İstanbul'un ve memleketin pek çok yerinde durum aynı... Durumun aynılığı kaldırımlara bir standart getirilmesinden kaynaklanmıyor; çünkü böyle bir standart zaten yok. Sorun sadece bir kaldırım mühendisliği ya da belediyecilik sorunu da değil, topyekun bir kültürel ve sosyal algı sorunu. Bir yerde ahlak sorunu... Yine de kaldırımlar bu çarpıklığın incelenmesi için iyi bir başlangıç noktası veriyor bize. Mehmet Nafi Artemel de böyle yapmış Timaş tarafından yayımlanan
Kaldırım Mühendisi adlı kitabında. İkinci paragrafta kullandığımız 'kutsal binek' tanımlaması ona ait. Son dönemlerin belki de en güzel kültürel ve mimari taşlamalarından birine imza atmış. Bunu yaparken, 'ciddi ve akademik bir üslupla anlatınca kimse dinlemiyor' ilkesinden yola çıkarak ironik ve mizahi bir dil kullanmış. Neticede bir roman bu...
KARA MİZAHLA HİCİV İÇ İÇE
'Kaldırımlar çilekeş yalnızların annesi'dir. 'Bu kaldırımların emzirdiği çocuklar', 'Kaldırımların kara sevdalı eşleri' vardır. Daha doğrusu vardı. Kaldırımlarımız artık, üzerinde hayal kurmayı bırakın, yürünecek yerler bile olmaktan çıktı. Orhan Veli Kanık, Ercan Arıklı gibi kurbanlar aldı; daha ne çok can yaktı. Kaldırımlar kentlerin belki de en sık değiştirilen dekor ve mobilyalarından biri haline geldi. Yani, kaldırım deyip geçmemek lazım. Şimdi Mehmet Nafi Artemel'in kitabındaki olay örgüsünü anlamak için kavram ve kişilerini tanıyalım:
WILLIAM: Aristokrat aileden gelen bir İngiliz... Asıl adıyla William Jason Goodberry... Bir pazar sabahı Chelsea'deki evinde gazetesini okurken bir ilana takılır gözü: Avrupa Birliği Komisyonu İstanbul'da yapılacak bir inşaatta denetmen olarak görevlendirmek amacıyla uzman kaldırım mühendisi aramaktadır. İstanbul, 100 yıl önce orada yaşamış olan büyükbabasından duyduğu bir rüya şehirdir. Türkçe de bilmektedir. Başvurusu kabul edilir ve kendisini İstanbul'da bulur. Sadece 10 gün içerisinde hayatı inanılmaz bir biçimde değişir. Hastanelere, hapishanelere düşen zavallı William, romanın sonunda olur boyacı Veli Usta.
BETON BASRİ: Kaldırım ihalesini almış olan büyük müteahhit. Servetini kaldırım inşaatlarına borçlu olduğu için 'beton' lakabını almış bir türedi zengin. Göz boyayıcı bir madrabaz. Plan proje tanımaz bir kısa yolcu. İşini kurallara uygun bir biçimde yapmaya çalışan William'ın hayatını komplolarla karartan bir entrikacı. Sonuçta kaldırım mühendisinden kurtulmayı başaran ve işi kitabına uydurup satan yeni tip işadamı.
ŞOFÖR SEYFİ: Beton Basri'nin tam olarak kendisine benzetemediği belki de tek çalışanı. Sistemin içinde olduğu halde kendi zayıf yöntemleriyle sisteme direnmeye çalışan sessiz bir vicdan. William'ı kendisini bekleyen tehlikeler konusunda Hıncal Uluç'tan İsmet Berkan'a, Haşmet Babaoğlu'ndan Ruhat Mengi'ye birçok ismin yazdığı kaldırım yazılarıyla uyarmaya çalışan ama kahramanımızın, iflah olmaz iyimserliği nedeniyle değerini geç takdir ettiği tuhaf ve soylu kişilik.
KALDIRIMZEDELER KOĞUŞU: Eskiden insanlar şehirde yürüyerek dolaşırlarmış. Şimdiyse kentin kaldırımlarında yürümek akrobatik bir yetenek, bir 'survivor ruhu' gerektiriyor. Yükseklik farkları, yerli yersiz arklar ve gizli çukurlar nedeniyle çok sayıda yaralanma vakası meydana geliyor. Romanda bu yaralanmaların mağdurlarının bir araya toplanıp tedavi edildiği yerdir Kaldırımzedeler Koğuşu. William bu koğuşa önce gözlemci olarak sonra da hasta olarak gelir.
TOM BABA: Yaşlı bir Amerikalı profesör. William'la Kaldırımzedeler Koğuşu'nda yatarken tanışırlar. Artemel bu karakteri oluştururken Robert Kolej tarihinde önemli yere sahip bir isimden, Profesör John Freely'den esinlenmiş. Boğaziçi Taksi Durağında, şoförler John Freely'ye, 'Can Baba' dermiş. Artemel bunun yerine kendisi gibi tonton bir dedeyi hatırlatan 'Tom Baba' ismini tercih etmiş.
GERÇEK KARAKTERLER: Romandaki tek gerçek karakterden esinlenerek oluşturulmuş kurgusal karakter Tom Baba değil. Mezarlık sahnesindeki Bekçi Bekir, Artemel'in yine Boğaziçi Üniversitesi'nde güvenlik görevlisi olan kardeşi kadar yakın bir dostu. Keza Yasal Bakkal isimli karakter için de eskiden Rumelihisarı köyünde, bakkal dükkânı olan Yasal Bey'den esinlenmiş.
YENİ KAVRAMLAR: Romanda gerçekle fantastik iç içe geçmiş. Bu sadece olay örgüsünde değil kullanılan isimler ve kavramlar için de geçerli. 'Nisantash' ve 'Nicebeyti' semtleri... 'Horon' ve 'apartkondu' yapılanmaları. Zebralar... İnsanlardan daha değerli araçlar olan arabalar için 'kutsal binek' tabiri...
TARİH: Bir mezarlıkta karşımıza çıkan 'beyaz eşekli nur yüzlü yaşlı adam' karakteri. William'dan başka kimsenin görmediği bu adam sanki yüzyıllardır orada yaşamakta ve kahramanımızın dedesini dahi yakından tanımaktadır. Aralarında uzun bir konuşma geçer ve o konuşmadan sonra olaylara bakışı değişen William artık bütünüyle başka bir kişidir.
NEVİ ŞAHSINA MÜNHASIR BİR 'HOCA'
Mehmet Nafi Artemel bir postmodern Don Kişot olarak tanımlanabilir. Boğaziçi Üniversitesi'nin kurucularından Süheyla Artemel'in oğlu. Aynı üniversitede işletme hocası. Son derece ilginç, ilgi toplayıcı bir 'hoca'. Dersleri bir stand-up kıvamında geçiyor. Derse kafasında huniyle girmişliği bile var. Kentleşmeyle, özellikle kentleşmenin saçma bulduğu yönleriyle savaşmakta kararlı. Her tarafı dökülen bir konakta yaşıyor ama konağını ve arazisini müteahhitlere kaptırmamakta direniyor. "Neden kaldırım?" diye soruyorum Mehmet Nafi Artemel'e. "Kaldırım hem gerçek anlamda hem de sembolik olarak çok önemli. Kaldırımlar ve kaldırım inşaatlarını bir tarafta işçiliğin, zanaatın, titizlik, profesyonel ciddiyetin timsali olarak kullanırken diğer taraftan da kaldırımların en azından bizim ülkemizdeki ekonomik yansımalarına da dikkat çekmek istedim. Tabii buradan da mimari eserler, yapılar gibi daha geniş uzantıları da düşündüm," diye yanıtlıyor beni. Kullandığı ironik üslubun kitaba kazandırdığı akıcılık hakkında konuşuyoruz. "İnsanları güldürerek düşündürmek beni daha mutlu ediyor. Ama bu romandaki dileklerimden biri, okurların gerekirse hiçbir eleştiriyi görmeden, dikkate almadan da gülebilmelerini sağlamaktı."