Tartışma iktidarın medyaya müdahalesi ile köşe yazarlarına müdahale
edilip edilmeyeceği. Sorun acaba gazetelerimizin bulanık kimliğinde mi?.
Son günlerin yoğun tartışma konularından biri, köşe yazarlarına müdahale edilip edilmediği (sansür) ile "köşelerin dokunulmazlığı". Önceki gün Yavuz Donat, Hürriyet'te bazı yazarların "hükümete eleştiri" konusunda "sert" biçimde - uyarıldıklarını yazıyordu. İşler düzelmedikçe tatsızlıklar üretecek bir konudur bu... Siz "mazeret"le işi kurtarma çabalarına aldırmayın: Bu ülkede yakın zamana kadar köşe yazarları da işten atılmıştır, tepeden sansürler de uygulanmıştır. Ama bu konuya açıklık getirmek de gerekir. İşte bu nedenle Yavuz Donat'ın yazısındaki bir başka bölümü önemsedim. Donat, Almanya basınından örneklerle, "elbette köşeler ve yazarların yazdıkları sınırlandırılır" diyordu. Frankfurter Allgemeine Zeitung'da CDU (Hıristiyan Demokratlar) aleyhine, Bild'de "Yahudiler aleyhine", Süddeutsche Zeitung ve Frankfurter Rundschau'da SPD (Sosyal Demokratlar) aleyhine ve Die Welt'te "sol lehine, NATO ve ABD aleyhine" yazılamadığını anlatıyordu. Genel anlamda doğru, bütün bunlar. Ben biraz daha geliştireyim. Çünkü bu bize neden bizim gazetelerde siyasetmedya, patron-yönetmen-köşe yazarı ilişkisinin bir türlü meslek ilkelerine yaraşır bir raya oturmadığını da anlatmaktadır. Bizim basında çok hayati bir eksiklik var. Gazetelerde gazete imzalı (gazetenin siyasi çizgisi ile toplumsal duruşunu yansıtan) başyazıların olmayışıdır. İngiltere, İtalya ve Fransa vb. ülkelerde saygın pozisyondaki tüm gazetelerde düzenli, günlük, gazete imzalı başyazılar yayınlanır. Başyazıları, haber bölümlerinden bağımsız (bağımsızlık düzeyi gazeteden gazeteye değişir) ayrı bir yönetmen yönetir, yönlendirir. Buradan yola çıkarak şunları saptamalıyız: - Batı'da gazetelerin siyasi bir profili, kimliği vardır. Çünkü istikrarlı siyasetle basın arasındaki ilişki artık oturmuştur. İktidarla "yüzgöz oluş" yerini mesafeli ama angaje desteğe bırakmıştır. Okurlar bu ortamda kimliklerine uygun gazete alır, kendi görüşlerine yakın doğrultuda görüşleri izlemeyi tercih ederler. - Bu nedenle sol eğilimli bir yazar mesela Die Welt'te düzenli yazı yazarsa tuhaf karşılanır. Sağ eğilimli bir yazar da Süddeutsche Zeitung'da yazamaz. İngiliz The Independent'ta sağcı bir yorumcu bulamazsınız. - Oysa Türkiye'de siyaset net kimlik taşımadığı, partiler birer bulamaç görüntüsü verdiği için de olsa gerek, kitle gazeteleri karşıt görüşlerden yazarları bünyesinde taşımakta, ayrıca başyazı geleneği eksikliği de sorunları büyütmektedir. - Batı ülkelerindeki gazetelerde başyazılar, gazetenin tarafsız haberciliğini etkilemez. Mesela Türkiye'nin AB üyeliğine başyazılarında devamlı karşı çıkan Frankfurter Allgemeine, Türkiye hakkında en adil, dengeli ve ayrıntılı haberleri verebilmektedir. - Tabii, "sınırlar" Donat'ın yazdığı kadar sert değil. Övgü veya yergi hakkı, o gazetelerde esnek tutulur. Sol gazete eğer sol iktidardaysa onu eleştirir, eğer bunu gerekli hallerde yapmazsa itibar kaybına uğrar. Die Welt'te solu öven tek tük görüş çıkabilir, ama genel çizgiyi bozmaz. - Donat'ın yazdığı gibi, köşe yazarları "ayrıcalık sahibi" değildir. Gazeteye alınan köşe yazarları, o gazetenin yayın ilkelerine, meslek etiğine, hukuka saygı duymak durumundadır. Bu, sözleşmelerine yazılır. Muhabir için ayrı ilke, köşe yazarı için ayrı ilke olmaz. Ve ilkeleri ihlal eden bir köşe yazarı, müdahale halinde, "beni sansürlediler" diye feryat edemez. - İktidar her ülkede basına hükmetmek ister. (Mesela, Azerbaycan basınının son hali bu yüzden içler acısıdır.) Almanya, ABD... her yerde. Ama bu önemli değildir. Önemli olan, medya patronlarının iktidarlardan gelen baskıları, gazetecilik ilkelerini ön plana koyarak yalıtması, boşa çıkarmasıdır.