Herhangi bir meseleye dair isabetli sosyolojik analiz ya da siyasî okuma yapmak için değişen dengeleri hesaba katmak durumundasınız. Analiz nesnesi olan toplum ve oluşumlar devamlı surette dönüşmekte olduğundan, bunlara ilişkin söz söylerken kalıplaşmış önyargılar ve kesin inançlılık ile meseleye eğilmek doğru sonuca gitmenin önünde engeldir.
Ne var ki, özellikle PKK söz konusu olduğunda, ampirik düşünme yetisine sahip olduğu düşünülen isimlerin çoğu, ne olursa olsun tek bir çözüm yoluna ve çerçevesine inançla bağlı kalmış görünüyorlar: Masa kurulsun, diyalog başlasın, süreç içinde barış gelecektir.
Aynı entelektüellerimizden önce bir özeleştiri beklerdik lâkin. Benim de zamanında savunduğum ve PKK'nın büyük iştahla tersini kanıtladığı tezlerden biri şuydu mesela: Devlet siyasete alan açarsa, PKK sivilleşir ve siyasette hayat alanı bulmaya başladıkça silahtan uzaklaşır. Bilakis devlet siyasete alan açtıkça, HDP daha çok Kandil yörüngesine girdi.
"Asmayacağız, yargılayacağız"dan başlayan, "Keleşlerimizi size çeviririz"le süren, "PKK sizi tükürüğünde boğar"a kadar uzayan bir 'kabadayılık' siyaset dilini teslim aldı. Kandil bile canlı bomba saldırılarına HDP'den önce mesafe aldı. Evet inandırıcı değildi ama yer yer dağdakinin, siyasi partiden daha 'sivil' kaldığı dönemler bile yaşadık.
PKK, siyasete açılan alanı bombalarla, hendeklerle, mayınlarla doldurdu.
Dağ ovaya inmedi, ova da dağa çevrildi.
Yetmedi, metropollerde iç savaş çıkartmak için canlı bombaları üzerimize saldı.
HDP de bu çatışma stratejisinin 'kolaylaştırıcısı' rolünü üstlendi. Hendek kazılan yerlere yürüyüşler düzenledi, camilere, okullara, hastanelere, ambulanslara saldıranları 'gençler darbeye direniyor' diyerek savundu. Her şey gözlerimizin önünde oldu.
Kürtler, bir yıl içinde PKK baskısıyla evlerini terk etmek zorunda kaldı. 400.000'e yakın Kürt evsiz barksız kaldı, yurdundan oldu. 13 yaşındaki çocuğu mayınla, 75 yaşındaki dedeyi kafasına sıkarak öldürdü. PKK, Kürtlerin yaşama, çalışma, eğitim ve sağlık hizmetine ulaşma hakkını gasp etti. Barış için oy veren herkesin tüm iyi niyetlerini burnundan getirdi, âdeta kan kusturdu. Kürt meselesinin derdi olmadığını, alan hâkimiyeti hırslarına herkesi fedâ edeceğini kanıtladı.
Ancak devlete gelince tüm eleştiri pençelerini kuşanan entelektüeller, hâlen devletten ve PKK'dan demokratikleşmesi gereken iki taraf olarak bahsetmekteler. Geçilen evrelerin hiçbiri olmamış gibi 2013 ayarlarıyla akıl vermeye devam etmekteler.
Bölge, son bir yılda inanılmaz bir sınav verdi. Halk, bu sınavda, bu entelektüellerin hepsinden daha çok devlete yakın durdu.
Neden diye sormadan, mevcut durumu anlamak ve anlamlandırmak mümkün mü?
Peki, uluslararası konjonktürü hiç mi bu okumaya katmayacağız? İrlanda, Filipinler, Kolombiya örneklerini araştırırken, buradaki terör örgütlerinin hiçbiri ABD'den, AB'den ve Rusya'dan birlikte destek almışlar mı, bu da sorulmalı değil mi? Ya da IRA, MILF veya FARC üyeleri, uluslararası dergilerde kapaktan övülmüş mü? Bunlara da bakmak gerekli değil mi?
PKK'nın Rojava'da alan hâkimiyetini pekiştirip Türkiye'ye genişletme stratejisini de mi sorgulamayacaksınız? Türkiye'de herhangi bir barış adımının tesisi için PKK ile askerî mücadeleyi zorunlu kılan öğelerin hiçbirine değinmeden, 'insanlar konuşa konuşa anlaşır' diye bir teorik çerçeve kurulur mu?