Başbakan Davutoğlu, Diyarbakır ziyareti sırasında, HaberTürk'e verdiği röportajda şöyle demişti:
"Böyle bir şey olursa, 2013 Mayıs'ına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir. PKK silahı bırakacak, bunun başka yolu yok. Silah bırakıldıktan sonra, niye konuşulmasın barışın şartları içinde? O zaman siyasetin kanalı açılır. Silah konuşmaya başlayınca siyaset hissizleşiyor."
Mayıs 2013, aslında Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktası oldu. İsrail'in özür dilediği, anayasa taslakları meclisine ulaşmış ve referanduma gitmeyi bekleyen, bütçesi açık değil, 'fazla' vermiş, ekonomik yükselişi durdurulamaz görünen, PKK terörünün sona ermesi için başlatılan süreç çerçevesinde PKK'nın sınır dışına çekilmeleri başlattığı bir dönemdi.
Ancak mayıs sonu Gezi ayaklanması baş gösterdi, ardından PKK çekilmeyi durdurduğunu açıkladı, 17-25 Aralık darbe girişimi oldu, 6-8 Ekim'de iç savaş provası yapıldı ve ABD, tam da 7 Ekim gecesi ilk kez Kobane'de DAEŞ'i bombalamaya başladı. Bu çok yönlü operasyon 1 Kasım'da mağlup edilmiş olsa da başka biçimlerde devam etti, hâlen de özellikle Suriye ekseninde devam ediyor.
Bugünden Mayıs 2013'e dönmek için, sadece PKK'nın değil, onları da besleyen ve kışkırtan geçtiğimiz üç sene içindeki operasyonları yapan odakların da Türkiye'ye karşı 'silah bırakması' gerekiyor.
Daha önemlisi, Mayıs 2013 ile Nisan 2016 arasında diyalogla, masayla, süreçle kapanmayacak bir 'Rojava' uçurumu var. PKK, Türkiye'deki amaçlarına ulaşmak için savaş açmadı. Suriye'deki amaçlarına ulaşmak için, Türkiye'ye savaş açtı. İran'ın Esed rejiminin, Rusya'nın ve kısmen ABD'nin desteklediği bir terör örgütü olarak hareket eden PKK, kendisini siyaseten muhatap almanın hiçbir anlamı olmadığını, esas diyaloğun -eğer kurulacaksa- 'ihaleyi veren'lerle kurulması gerektiğini gösterdi.
Ancak Türkiye'nin önce kuklacılara silahla dize getirilemeyeceğini kanıtlaması gerekiyor. Bunun yolu da PKK'ya 'Buyur sınır dışına çekil' demek değil. Bu yol, PKK'ya Suriye'nin kuzeyinde güçlerini yeniden organize etmek ve daha da güçlenerek tekrar Türkiye'ye saldırmak için fırsat vermekten başka hiçbir anlam taşımaz.
Terörü PKK seçti ve bedeline katlanmadan bu kararının yanına kâr kalmasına izin verilirse, Türkiye sadece PKK'ya değil; üç yıldır mücadele ettiği tüm odaklara boyun eğdirilmiş olacak. Sanırım Başbakan da, sonradan grup konuşmasında, "Terör örgütleri ancak milletimizin güçlü iradesini yansıtan güvenlik güçlerimizin muhatabı olabilir" diyerek esas kastını açıkladı.
Bu sadece doğru olan bir strateji değil, aynı zamanda ülkemizin bekâsı için gerekli olan tek stratejidir.