Çetin Altan hakkında o hayata veda ettiği için yazmak, acı veriyor... O sadece meslekte hepimizin ulaşmaya çalıştığımız bir ustalık çizgisinin simgesi değildi... Çetin Altan'la birlikte benim son 60 yılımın acı ve tatlı anıları da sonsuzluğa karıştılar. Babamın arkadaşıydı, sonra benim arkadaşım oldu. 84'üncü doğum gününü bizim evde oğulları ve torunları ile kutlarken, geride kalan günleri de, birlikte yaşadıklarımızı da uzun uzun konuşmuştuk. Telefonumda Çetin Altan, Ahmet Altan, Sanem Altan ve torun Leyla'nın doğum günü pastası önündeki fotoğrafları var.
Anılar anılar...
Cep telefonu öncesi yıllardan anılarımı çıkartmaya çalışıyorum belleğimden... 1950'li yılların sonunda Cemal Reşit Eyüboğlu'nun Kabataş'taki evindeydik mesela... Veya 1960 yılının bir yaz akşamı, babamın Yeniköy'deki konukları arasında Kemal Tahir, Sabahattin Selek, Tahir Alangu ve Çetin Altan da vardı. Sevgili Kerime Altan'ın bizleri ağırladığı Basınköy'deki sofrada, bizlere isimleri Ahmet ve Mehmet olan iki çocuğun da eşlik ettiğini hatırlıyorum.
Cezaevi günleri
Çetin Altan'ı Sağmalcılar Cezaevi'ndeki ziyaretlerimiz... O günleri şöyle yazmıştı köşesinde:
"45 ile 46 yaşına bastığım 22 Haziran'lar, Sağmalcılar cezaevinde geçmişti. Suçum da, TCK'nın 142'nci maddesini çiğnemek ve yazıyla 'sınıfı sınıfa düşman etmeye kalkmış' olmaktı."
O bir üslup ustasıydı... Aynı zamanda hem dünya hem de Türk kültürünü özümsemiş bir hazineydi. Siyaset tartışırken birden ya Paul Verlain'den ya da Nâzım Hikmet'ten dizelerle, gerginliği şiire taşırdı. Eğer Türkçe değil de başka dilde yazsaydı, herhalde mutlaka onu yine okurdum.
Sofralar
Şimdi artık hepsi hayal oldu... Yine bizim evde 2009'da Çetin Altan'lı, İlhan Selçuk'lu, Yaşar Kemal'li sofranın çevresindeydik... Hiçbirimiz bir yıl sonra İlhan Selçuk'un aramızdan ayrılacağını tahmin edemezdik ki. Şakalaşıp duruyorduk. Sanki yıllar öncesine dönmüştük... Nadir Nadi'nin sofrasındaydık sanki ve Melih Cevdet'in Çetin Altan'la yaptığı doyumsuz tartışmalar da başlayacak gibiydi.
Önemli değil değerli olmak
Alışılmışın dışındakileri söyleyebilmek, tabuları yok saymak... "Önemli"yi değil "Değerli"yi aramak... Göcek'te geçirdiğimiz bir kısa tekne tatilinde Çetin Altan'ın denizden gelen sesi hâlâ kulaklarımda... Hem yüzüyor hem de Montaigne'in "Yazmak mutsuzluğun nedeni değil, sonucudur" dediğini hatırlatıyordu. "Dedikodu"yu "Objektif karakter tahlili" diyerek meşrulaştırıyordu...
Keskin zekâsını derin kültürü ile harmanlayıp yaptığı nükteler ve hayata farklı bir açıdan bakabilme yeteneği beni hep etkiledi... Çetin Altan'la birlikte çok şeyi yitirdik...